13 Aralık 2012 Perşembe

The '21 ARALIK'


Şş kopuşlara az kaldı, napyonuz?
Taşak geçiyosunuz tabi, bilmiyor muyum.
Olum ne duruyorsunuz, yürüyüp gitsenize. Bak millet Şirince’de toplanıyor. Tom Cruise da gidiyormuş. Envai çeşit zengini, ünlüsü, hippisi, bilim adamısı, kafayı mayalıyla kırmışı, habersiz saftirik normal şirince halkı falan. Full orda, kategoriye bak. Adam fiyatlar fırladı diye ‘maya takvimine teşekkür ediyoruz’ deyip, açıklamalı selam yolluyor lan. Ahahagfhsgh. Böyle bir ekibin bir daha bir araya gelmeyeceği aşikar. Ayrıca orada dönecek olan kozmoz muhabbetini nasa’da döndüremezsin, bu da net.
Benim gidesim var da yancı bulamıyorum.
Maacera dolu şirince işte. Alırım şarabımı, zaten ufacık yer, gezer dolanır kendime takılıncak bilim adamı bulurum. 'Beher kap nasıl oluyor'dan girerim, o masada dünyayı kurtarırız, hem de ne. Olmadı Tom Cruis' u takip edicem gizli gizli. 'Apocalips mission' tribi epik olur giderayak. Bilimcileri de gazlarım, hepimize ekmek çıkar oradan. Olmadı hippiler’i bulurum. Şarkılar türküler, araya da şirincenin amcasını, çobanını alırız. İçsin, üflesin, Şirince’den hikâyeler anlatsın. Ağıtlar, meşaleler.
Ayrıca kızlar, zengin koca avına çıkın direk. İki savunmasız durun, fırt diye belirirler. Erkeklere de mis, ‘dünya yıkılsa senden vazgeçmem bebeğim’ in işleyeceği en gerçek yer lan orası.  Ben diyim, kız düşer diye bile gidilebilir. Pühüüü hem de nebçim. Kozmoz la düşen kız sınır tanımaz, bak söylüyorum.

Kıyamet kafası en güzel Şirince’de yaşanacak.
Bu bir gerçek.

Peki ihtimaller?

1)Mayalı inip;
‘şimdi dünyanın gezegenler etrafına dizilmesiylen, bir sarı ışık, elektro manyetik gibi böyle üzerimize doğru geleyazarak… lan. Size laf mı anlatıcam. Mal mal bakıyonuz zaten. Bitti arkadaşım işte. Son kullanma tarihi olarak düşün, tükendi, kokuştu falan. Hadi kalkın gidin. Ayrıca ileri boyuttan oğlumuz gelecek, onu oturtucaz’ diyebilir.

2)İşin içinde illüminati var kesin zaten. Geçmişte şu konuşmalar üzerinden hayvan gibi plan yapmış olabilirler:
- ‘hacım kontrolü çok güzel aldık, süperiz, bu köleleri böyle üretip duruyoruz da, tavşan gibi doğuruyor ibneler. İlerde bunlar şişme yapar, meme yapar, bunları zımparalamak icap eder. Diyorum ki üstadım, şimdiden ortaya bir maya davası atalım, antik antik güzel olur. Şöyle ışıklı mışıklı. Arada gizliden tarlalara şekil biçelim, uzaylı çelişkisi yaratalım. Sonra ilerde nüfusun yarısını kesecek bir plan yaparsak, altyapısı hazır olsun. Biz uzaylının çocuğu olduğumuzdan, biz gene ayaktayız. Bir de evladımızın evladı çok çirkin olursa onu da leydi diye kakalayalım, şarkı söyletiriz,onun da alıcısı olsun.
-Müthiş. Soyumuza soy katacak bir master plan. İçelim kardeşim, in illü we trust!

Ya.
Herkes hayin plan peşinde. Herşey gizli, sikrıt.
Hele en çok benden gizliyorlar. Sömürürüm çünkü.
Hâlbuki al beni içine, kabul et beni.
Kat beni ekibe, on numara takım oyuncusuyum ben.
İstediğiniz yerime dövme yaparım, 3 gün kuyuda aç beklerim.
Sadakatimi kanıtlarım yani, koymaz.
Gör gözümdeki ışığı artık. Sonsuza kadar yaşama planımın sponsoru ol, ne var yani.
Yeni gelin gibi nazlısın, illü.
Bana senden büyük ekip kurdurup, dark side’da nemesisin yapma beni.
Amacımız aynı koçum. Uzattığım zeytin dalını kabul et bak.
Edebimizle yönetelim dünyayı.
Aklını alırım, efendi ol.


Efsane önemli not:
Bir okuyucumuz sormuş ‘ 21 aralıkta ne yapalım, hangi tribi kovalayalım?’

1.       Evde oturun. Oturun arkadaşım. İşe gitmeyin o gün, ‘sick call’ falan yapın. Uzaylısı bilmemnesi yoksa bile, kaos yaratmak için süper bir gün. Teröristiydi, bombalı bond çantasıydı, derin devletiydi, hep iş bunlar. Siz akşamdan mayalı poaça falan yapın, hem manidar olur. Sabah uyanın güzel güzel yeyin onları.

2.       Dışarı çıkmayın. Açın televizyonu, interneti. Baya komik şeyler çıkacak, kanal 7ye falan bakın ara sıra. Ömer Çelakıl çıkarsa saçına bakmayın, ordan hipnoz yayar sinsi herif.

3.       Mayaya güvenin, insana güvenmeyin. Zehirli gaz sıkacaklarmış sokaklara, nüfusu kescez diye götlerini yırtıyorlar. Kapıyı camı iyi kapayın. Altlarını cifli bezlen tıkayın. Özellikle öğrenci evleri için geçerli bu, pencereleri cifleyin, sızıntıları oyukları göçükleri hep tıkayın. İlk sizi kesicekler çünkü bak söylüyorum.

4.       Isınmak için dışarıda mangal yakın, köz köz olunca eve alın, başında zenci tribi kasın.

5.       Az sigara için, lazım olabilir. Önceki günden depolayın.

6.       Alkol de depolayın, ama hep bira almayın. Elektrik kesilirse ısınır, çekilmez. Sıcak da çekilen şeyler alın. Misal viski. Evet, viski alın, ne var? Dünya yıkılıyor, bence şeklinizi koyun ‘viski on the raks’ tribini gönlünüzce yaşayın.

7.       Bir gün öncesinden nüfus kâğıdı fotokopinizlen, 3 adet vesikalık fotoğrafınızı, bir de cv’nizin çıktısını alın. Şimdi o ışık huzmesiyle, enerji akımıyla dna değişimi falan olursa, hem eski halinizin bir anısı olur, hem de cv artık büyük ihtiyaç. O ortamda cvsi olan, mayanın yanına işe girer, açın gözünüzü.

8.       Suyu sebil gibi kullanmayın, banyo yapmayın. Azıcık tasarruf öğrenin. Pisliğinize alışın, o sizin doğalınız. Doğaldan kaçmayın.

9.       Etrafta ağaç, çiçek, böcek varsa son bir bakın. Bir derin nefes, bilenler yogaya durabilir. İçinize çekin işte belki bir daha bulamayız, kardeşiniz onlar hep.

10.   Telefonlara çıkın. Öyle aman salla şimdi yapmayın, arayana sorana saygınız olsun. Gönlünüzce konuşun. Fatura girsin siktret, gelmişiz gidiyoruz zaten.

11.   Evinizde müsait kız/adam varsa sevişin. Yoksa bir gün öncesinden ayarlayın. Son gün partisi yapın, çılgınlar gibi; artık hemşireden girin, öğretmenden çıkarken, vampir’e, oradan tesisatçıya, ordan doktora, ardından mutfağa, salona, masaya, duvara uğrayın, bi temiz helalleşin evinizle. Belli olmaz bu işler. Bol varken kullanın, belki yarın çalışmaz. Kıyamet nerden vuracak bilmiyoruz.

12.   Baktınız hakketen bi işler var. Elenktrik gitmiş falan, bi kaoslar bi şeyler, eğer evinize saldıran olursa, sakın rızkınızı kaptırmayın. Haydar bulundurun o yüzden. Önce böyle tırsmış gibi yapın, arkadan indirin odunu. Sörvayvıl öyledir işte, gece gece mezar kazdırır adama.

13.   Bir de Amerika gizli teknolojileriylen havaya uzaylı hologramı sıkacakmış, iniyorlar gibi gösterebilirmiş. Temkinli olun. Balkonda uzaylı falan görürseniz vileda sopasının ucuyla bir dürtün, baktınız kanlı canlı uzaylı, hemen tırsmayın, siz korkarsanız o da korkar saldırır. Sakince geri geri odadan çıkın. Başka odaya girin kitleyin kendinizi, dönerse sizindir, dönmezse uzaylının canını sıkmayın.

14.   He, baktınız ortalık sakin, bi skim olduğu yok. Hemen bi feys, bi tivitle şekil moduna geçin. ‘ben zaten inanmıyordum’ insanı olun.  O acayip satacak sonradan, güzel twit kız düşürür, bunu unutmayın!


Had,
Apokalips bereketi üzerimize olsun.
Kozmos bizi kutsasın.

Selametle.




8 Kasım 2012 Perşembe

Çözülmemiş gizemlerinizi atmayın, değerlendirin!


Şaka değil. Ben başladım.
Dünyadaki en büyük gizemden yola çıkarak her şeyi değiştirecek bir icat yapmak üzereyim. 
Cebimizde ne yaptığı belli olmayan, girdiği gibi çıkmayı reddeden, hayata karşı duruşunu koruyan, materyalist obje.
Kulaklık kablosu!
Ne istiyor: bilmiyoruz.
Davranış modeli: çözülemedi.
Hem kontrolümüzde, hem özgür ve aykırı.
İşte;
Günümüzde ateyizlerin bile toplantı salonlarını terk ettiği soru.
Bir Paranormal.

Peki bu tespit ne işe yarayabilir?
Böylesi bir veriyi, sahsına yakışır biçimde kullanmak icab eder.
Bu sistem öylesine harmanlanmalı ki, yer gök inlesin.
Derken derken aklıma geldi.
Bir bilim adamından neyim eksik?
Bilgilerimle dünyayı ele geçirmeye bir beyaz önlük uzaktayım.
Zihnimde belirdi… Dünyayı ele geçir tuşu.

Bu tuş sayesinde gözyaşları dinecek, bükük boyunlar dikilip, gripler iyileşecek.
Bu tuşu dünyanın bütün meşhurları bekliyor, evet.
İngiltere kralı, rahmetli başkan kennedy, taçsız kral pele, bekenbavuver, kaleci mayer, nadja komanaçi, bricit bardot, fenerbahçeli cemil.
Hepsi umutlarını bu tuşun nimetlerine bağladılar.
Önce;
Kulaklık kablosunun kimliğindeki o şuursuz öz çözülmeli.
İnceliycez. Gece gündüz. Her yerini. Foton foton.
Gerekirse Sennheiser’ı kaçırıp ıslak havluyla dövücez.
Bir bir anlatacak.
Bulduğumuz bu özü; mikro cımbızlar, kuantumsal sistemler, yapay zekalar, şamanik düstur ve iman gücüyle içinden çekecek ve altın oranda dünya magmasına enjekte edicez.
En doğru adamı biliyorum bunun için; kimsenin anlayamadığı, ‘bu’ olmayan adam.
‘Ali Ağaoğlu’.
Çünkü o herkes mutlu olsun istiyor. Ayrıca daha iyi, daha güzel projeler peşinde. Bu projenin üstüne atladığı gibi ormanlara koşacağına eminim. Sarıyer belediyesi sponsorluğunu da ayarlar bize. Pratik adam, mis gibi.
Kaynak gözlüklerini de takıp, ağa’yı magmaya sarkıtırız.
Özü enjekte ettikten sonra, kontrol mekanizması da bir tuşa bağlanacak. En son ayfon 6 aplikasyonuynan nihayete erdiririz gibi geliyor. Aplikasyon tek tuştan oluşacak. Bi basımlık.
Ama kilitli. Parolası var.
Ve sadece doğru hissi yakaladığında açılacak.
Yeterli istek ve arzu ile aynı anda hem sevgiliye hitap eder gibi yumuşak tonunu, bir yandan ‘yetti bu dünyanın kahrı’ serzenişi taşıyacak.
İşte bu sesin enerjisi molekül molekül algılanınca sistem açılıp, düğme basılır hale gelecek.
Tek bir kere, tek bir kişi için.
Telaş yok.
Hepimiz deniycez zaten, çok belli.
İşte bir kablonun özünde yatan kaos ruhu.
Ya.
Teknolojilerin böyle işbirlikçi pislikler gibi birbirlerine destek olmaları ne kadar gıcık dimi?
Değil işte.
Aynı itin soyu, ne kıl oluyosun? Kullanmayı bilicen.
Bu tuş sayesinde artık amerikanın komploları tarihe karıştığı gibi, illüminati yalan, greenpeace dolan olacak.
Delirmek yok.
Saçı başı ağartmak yok.
Bakınız.
Küsürlere takılmayınız,
Sadece 0.99 euro’ya, bu iş tamam.
Gibicibicis marka krem, o da fabrikamızın hediyesidir, çok muhterem abilerim.


Sistem kilidini açma parolalı şiiri:

Bilirim en gerektir,
Kuvvetli cesaret huyu.
Şuursuz kurcalarsam,
Yakındır dünyanın sonu.

Meraklanma severim,
Çiçeği ve de kuşu.
Gıcığım insanadır,
Tam bir puştun soyu.

Kökünde var cehalet,
Buna lazım sağlam haduu.
O biçim kopsun kıyamet,
Bu işin piridir, Ryu.

Ne sihirdir ne keramet,
Geldi şiirin sonu.
Getiresin bol bereket,
Dünyayı ele geçir tuşu!


NOT:  Görüldüğü gibi çözülmemiş gizemler, kullanışsız tavırlarının altında ayarsız beceriler barındırırıyor. Sizin de kenara attığınız, çözülmedi diye yok saydığınız, belki de hor gördüğünüz gizemleriniz varsa, lütfen belirtin,
birlikte çözelim.
Olmadı kenarına dantel geçer, Derya Baykal’a veririz.
Sevinir çünkü, sevap.


Teselli şiiri:

Roses are red,
Violets are blue.
Hala mı lan Samet?
Bana da açmadı, sktret.



20 Ekim 2012 Cumartesi

Keser & Sap & Hesap


Öhöğühm…
Sevgili insanlık, insanlığı bitirmek isteyen robot arkadaşlarım ve uzaylı kardeşlerim;

Bugün burada dünyanın geleceğini tartışmak üzere toplandık.
Savaşmaya başlamadan önce hepinizi beni dinlemeye ikna eden, çok sempatik olduğum için beni kırmayıp, davama inanarak bu oturumu mümkün kılan mayalı bro kardeşime envai çeşit teşekkür ediyorum.
Toplantımıza…‘keser döner, sap döner. Gün gelir, hesap döner sempozyumu’ adını koymayı uygun buldum. Zira metin yazarı arkadaşlarımız ‘dünyanın kaderi, geleceğin sırrı’ gibi tırt isimlerle geldiler, elmayla armutla kovaladım hepsini. 

Konuşmama başlarken sizden ricam şudur ki; bu lafımı iyi dinleyesiniz ve de iyi belleyesiniz.
"valaakaeala haalae hasanaağeaa" Yani diyor ki, 'oturuma güzel lafla başlayayım dedim ama bi sike benzemedi, o yüzden tarafımı seçerek olaya giriyorum'

Bu dünya kavgasında kendi cinsim en yalan, en pis, en hayın grup olduğundan direk kaybediyor. İnsandan yana olmam, olamam.
 
He, robot arkadaşlarımıza saygım var, dinamiklerine hayranlığım söz konusu. Hiç durmayan patlamış mısır makinesi mesela istikrarlı yapılarını temsil eder bence ama; şu çiçeğe, böceğe, kızgın lavlara ve serin sulara bakınca ‘yok’ diyorum, burda kabloya prize yer yok. uyumsuzluk bariz. Hem atmosfer sana zarar, oksijenin sana ne faydası var robot. Tamam, insanlık tarihinin daha epik versiyonunu yaşamanın peşindesin sen. Daha uzun ömür, kendini yenileyen sistemler falan, ama sona geldik artık, amerikayı tekrar keşfetme robot. Biz yaptık seni, genimiz bozuk bizim. Ne kadar mekanik olursan ol, gözü yüksekte olana yaramaz bu dünya. Kendi sonunu yazarsın robot. Gel beni dinle, bak ne güzel teknolojin var, dünyayı patlatacana , aç bak uzaya, biraz meteor kas, gezegen kovala. Havası suyu sana faydalı yere uç. Orda kendine yeni bir hayat kur. Şu kelebeğe, tavşana kıyma robot. Ayrıca en nihayetinde bura senin yaratıcılarının yeri, senseinin toprağı. Robot da olsan bir yerde ayıptır, saygısızlık etme. Şuraya sizi anmak için bir heykel koyarız altına da ‘robot sevgidir, robot dosttur’ yazar, birer mum yakar, mendil bağlarız. İstediğin zaman gel ziyaret et. Bura yabancı evi değil, evladımız gibisin robot. İndir şu testereli ellerini de gel bir sarılayım sana. Ağla robot. Açılana kadar ağla...

Ve hepiniz bu değerli ana, bu hisli momınta şahit olun burda.
Bak görüyorum uzaylı kardeşlerim de duygulandı, bi ibne insanlar bakıyor mal mal. Aralarında sırıtan var, dürtükleşip gülen var. Karaktersiz yirigöt. Şimdi ben bu kitleyi napayım uzaylı? Sen söyle; biliminle, uzay mekaniğinle sen açıkla bana. insani yollarda gelişmek istedik, hevesimiz vardı. ama kitle belli işte kolay değil. Sizi de anlıyorum, bir serzenişle buradasınız bugün,  ‘mına koydunuz dünyanın’ tadında bir rencide etme güdüsü bu aslında. Evet. Doğru. Koyduk gerçekten. ‘Bozucaksan oynama’ diyorsun, haklısın. Ama işte sebepler ortada. He evren bize bunu layık görmüş de olabilir, kuantum standartlarında karşılığı budur belki. Ama sevgili uzaylı, ‘sen beni olduğum gibi sevmezsen, ben kendimi sevmeyi nasıl öğreneyim he?’
Sev beni uzaylı.
Hem nedir seni bu kadar çeken bu dünya nimetinde?
Nedir yani? Kıymeti yoktur dünya malının bak. Kimseye kalmaz nankördür buralar, lanetlenmiş her bir köşesi, kanla savaşla yıkanmış, sen nabacan ki gelip buraya?
Bi anısı yok, geçmişi yok. Kalbini buran yarası yok.
Taşsa her yerde bulursun, daha iyisini bulursun meteor gözlüm.
Aramızdaki gelgitli, adabı kendinden muaşeret yapıyı bozmaya gerek yok.
He ama madem buraya kadar geldiniz, endişeniz çok normal; sonuçta bir gezegenin hüsranı, içler acısı durumu söz konusu, öyleyse bize yardım eli uzatın.
Şimdi hemen şu aralarda gülüp sırıtan, el kol hareketi yapan izansızları toplayalım. Cidden. Hemen alalım onları. Onaylamaz, memnuniyetsiz bakanları da bırakmayalım, moral bozanlar en fenası çünkü. Çok cingöz görünen politikacı kılıklıları da alalım, ne geldiyse bunlardan geldi zaten. Bir de ben ‘biliiim’ diye bağırayım şimdi, gözlerini belertenler, kaşlar çatık fısfıs konuşanlar olucak hemen onları da ekleyelim.

Uzaylı bey ağbicim, şurda ilerde boş arazi var, oraya götürelim hepsini. Sizin uzay mekiğinin ışınlı vakumlama aparatıyla çekelim bunları filenin içine. Siz dönüş yolunda minik minik gruplar halinde bunları uzaya salın, hep birden salmayın ama ufak ufak, bulamasınlar birbirlerini. Bunlar çünkü tek başına bi ske yaramazlar, ‘together effect’ ten güç alan mitoz bölünmeler bunlar. Boşver, sen modül modül sal bunları, sonsuza kadar düşsün ibneler. Bunları bir nevi genetiği bozuk evrimsel atık gibi düşünelim, valla bak. Disposal kafası. Sen bize bu ağabeyliği yaparsan, senin de gezegenine bereket yağsın, metalik vicuğdun zeval görmesin.  Bak hayır duası aldın, sırtın yere gelmez.  Artık aklın bizde kalmasın. Biz burdan sonrasını hallederiz. Parlak fikirlerimiz, bu dünyayı yeniden yaşanır yapacak idollerimiz, zamanın içinden akıl hocalarımız, kitaplarımız var.
Hep bir elden girişir, bir daha ki gelişinize pırıl pırıl ederiz. Gözümüzden kalpler çıkarken bulursun bizi, taş fırından çıkmış çaklıt çip cookie’mizden ikram ederiz sana. Kalanlar olarak gelenekleri görenekleri birleştirir, köprüler kurar, karma bir düzenle ying yangı tuttururuz.
Krizimizi fırsata dönüştürmemize yardımcı ol, gezegen dostu.
Seni saygıyla, çiçeklerle uğurlayalım, ‘uzaylıya hitabe’ yazıp, sözler verelim, çoluk çombalak bilsin hepsini.

Hatırlayalım seni uzaylı. Kazasız belasız git gel, öyle gizliden gizliye gözetlemek de olmasın artık, bu hukukumuzun adını koyalım. O boşluk araziyi anı olarak çevreleyelim, oraya inin lazım olursa. Kenara da bi çay ocağı koyalım, önüne de bir ağaç dikelim. Altında efil efil çay içeriz, tost yeriz.
Keyifle analım bu ziyaretleri, bize kozmozun diğer yerlerinden haberler getirin, çocukları toplayıp yaratıklı hikayeler anlatın, zamanı yavaşlatan şekerler yedirin bize.
Dünyamızı bilimli sihirle, boyutlar ötesi hikayelerle donatın.
Ağacın dibine de portal koyun, arada biz de gidip geliriz.
Hatta burada da portallar olsun, gidelim görelim dünyamızın her köşesini, doğaya verelim kendimizi, hayvanların dilinden anlayalım, sırları çözelim.
Yarebbi, bundan daha müthiş bir dünya hayal edemiyorum resmen.
Bize bu kıyağı yap, nolur yap, seni topraaağm diye severim uzaylı!

Ve sen mayalı dost, mayalı poaçayla çalmıştın kalbimi zamanında, ah.
Ah mayaların cesaretli tamtamcısı, sözü özü bir cengâveri.
Sen bu fırsatı verdin bana. Amacıma koştum sayende.
Dünya barışı sağlanıyor, gezegenimiz yeniden doğuyor, portallarla uzaylı dostlarla şenleniyor, robotlu uzak gezegenlerce korunuyor.

Bak, efendi gibi anlatınca dinliyolar işte. Birini taşlayıp, öbürünün takvimiyle, kutsalıyla dalga geçersen daha işin var. Hayır, hani bayram seyran bilen millettik, misafirperverdik hani, dosttuk. İyonosfere kadarmış.

Neyse ben vardım da, gene iyi kurtardınız. Mass destruction geliyordu belirteyim. Ve evet canım, plaketimi istiyorum. Odama bırakın. Önce bir oda yapın. İçine ağaç istiyorum, maymun, bi de sincap, kapıya da fil. Bir sürü de alkol. Bi de arkadaş olmak istediğim ünlülerin listesi var bilgisayarımda onları da getirin, içicez eğlenicez. Bugün de bayram olsun. Davullarla zurnalarla tüm gezegen coşalım. Ayrıca takvimler de baştan başlasın, mayalı kardeşimiz hallolur dedi, sıkıntı yok.
Bu akşam coşuyoruz, Sabanan girişiriz, gündüz gözüyle, mis gibi. 

Kadehimi… robot, uzaylı ve insan üçgenine kaldırıyorum.
Yürü be birlik dünyası!
Yaşasın yenilik kafası!
Helal sana robot dost,  uzaylı panpa ve mayalı poaça!



Not: üçgenler... meteor gözler... illüminati?



4 Eylül 2012 Salı

Bi kilo tekno sarıver evlat !


Sevgili yurtdışı zenginleri;
O biliminizle bulduğunuz süper teknolojileri niye göndermiyonuz lan buraya?
İbnelik yapmasanıza arkadaşım.
Her şeyi buldunuz orda, bilmiyor muyuz? Filmlerden falan gösterip koklatmalar, ‘olsa ya lan’ dedirttirip ağzımızın suyunu akıtmalar, ‘sktret bunlar plazmayla oyalansın, hologramı vermeyelim’ ler falan.
 Bi grup zengin misiniz, nesiniz? Kim karar veriyor arkadaşım?

‘Bu şimdi çıksın. Bunu oğlan beğenmiş, bu da 2 yıl sonra çıksın piçliğine’

Böyle mi yapılıyor bu iş? Siz 10 yıl önden gidiyorsunuz,  ordan burdan aklı çalışanları topluyorsunuz. Beyin göçü hesabı, icatlarla mucitlerle keyifler kebap.
Biz ocağın tüpünü değiştirirken siz dokunmatikli ocakta kırıyordunuz yumurtayı tabi. Biz Nokiaları kulağımıza nası tutucaz diye kasarken siz afyonlar mayfonlar. Malın biri anlamadı aleti, beceremedi diye geç çıkmış piyasaya bariz. Herkes ‘oo dokunmalı lan nebçim, hemen gelsin’ derken o ‘millet beceremez lan bunu, zamanı değil şimdi’  demiştir moralinizi bozmuştur.
Olum yenileyin şu ekibinizi. O adamdan kurtulun bak.  Evlat olsa sevilmez. Ayrıca turşusunu mu kurucaksınız lan, verin işte, bi tur da biz binelim ne var?

Kanser olayını da kabul etmediniz zaten. Biliyoruz olum işte, bulundu kanserin çaresi. Hatta hapı falan çıkabilirmiş direk istesek. Hayır siz vermediniz, götünü yırttı türk bilimcisi de buldu ona da çıkarttırmadınız, adamların diplomalarını falan yok ediyosunuz, bi planlar, bişeyler. Birileri ölümsüzlük de bulundu falan diye sıkıyor bir yandan. 2045’e kadar geliştirilip 12bin zengine satılıcakmış. Ulan kasıcam giricem 12bin kişiye, sırf sizi utandırmak için lan. O haberi de saklıyorum zaten, tutucam suratına suratına. Açıcam kolumu hadi bas ölümsüzlüğü bakalım.

İşiniz gücünüz gaza getirmek, ‘zamanı gelince alıcısı olsun abi’ numaraları bunlar, her şeyin de farkındayım.
Yapacaksanız çabuk yapın bari gençliğimiz geçiyor. Gerçi ben antik çözümlerle falan zaten ölmüyorum daha 300-500 yıl daha giderim. Size mi kaldım sandınız. Hahay. Yok öyle bişey.  Darlamalarım bitmedi daha. Adama zaman diliminden fırlarım.
Hem insan kardeşinden esirger mi lan? Aynı gezegenin evladı değil miyiz? Dedelerimiz beraber mamut avına çıktı, azcık hatır kıymet bilin nankörler.

İlk klonlanan koyunu radyoda duyduğumda 2’ye gidiyordum daha. Bende ki bekleyişi, heyecanı düşün. Uyuyamadım bi hafta. ‘allaaaah geliyorlar, kimbilir neler olucak artık’. Bi bok olduğu yok. Geldim 25 yaşına. Ne bi heyecan ne bişey. Uçan arabalar dolanacaktı kapımda. Hayır, biraz veriyonuz teknolojiyi, biraz çekiyonuz. Geliştik mi, gelişmedik mi belli değil. Ayfonumuz var ama kettle gayet yavaş. Elektrikli ocak var ama duş suyu ya çok soğuk ya çok sıcak.
Tam verin şunları, tam icat edin.
Bak, alttan ısıtmalı bilardo masasını verdiniz mis gibi, semih saygınerimiz var. Fena mı?
Olacak demek ki, olsa olacak.

Gerçi biz de oturuyoruz aga, genişiz. Misal o atari salonlarında bi alet vardı hani. Vuruyosun böle yayvan beyaz diske, karşı tarafın kalesine sokuyosun, mıknatıslı masada oynanıyo falan. O masada böyle avcunu değdirmeden gezdirirdin, ordan hava çıkardı. Bi hoştu, bi kuul masaydı. Ama işte harcandı gitti. Zamanının en teknolojik aletiydi lan o. Ne buluşlar çıkardı ondan. Ama yok işte, taka tuka oynaya oynaya, çoluk çocuğun elinde ziyan oldu canım sistem. Bi lira bi lira harcadık güzelim bilimi.

Ama ben biliyodum bunların hinlikler peşinde olduğunu. Lisede anladım. O zamanlar bi kehanetim vardı, uydurmuştum ama yiyordu. ‘yakında Nokia aynalı telefon yapacakmış, tıklıycakmışız ayna çıkıcakmış’ diye. Her yerde kitlelerin ne istediğini fısır fısır yayıyordum ortalığa. Bunu duyan apple hemen ön tarafa da bi kamera koydu işte. Sonra da 10 yıl bekledi ki böyle herkes ceylana ‘hani nerde enayi’ desin, inandırıcılık süresi geçsin falan.Herkes dediğimi unuttuğu anda çıkardı piyasaya puşt.

Ama mantığı kaptım, takipteyim. Evleri, duvarları gaste kağıtlarıylan kapladım, kırmızı kalemle planınızı çözüyorum. Haberler internetler, bilimli post gördüm mü feysbukta hemen inceliyorum falan.  Bir potansiyel olduğu an, fırk diye atıcam ortaya lafı. ‘şunu buldular ya hani, ondan da bunu yapmaları lazım, bilimci dediğin yapar’ falan, böyle ufaktan ezerek. Dedikodularım sayesinde insanlar o teknolojiyi istemeye başlayacak. Arz talep meselesi arkadaşım. İsteyen varsa çabuk çabuk çıkarmak zorunda kalacaksınız o teknoları meknoları.
Planınızı içten çökertiyorum işte.

Bu hadron çarpıştıran alet mesela, tanrı parçacığı. Maddenin kütlesinin açıklanması falan. 
Şuan ona yoğunlaşmış durumdayım.
Çünkü ilk bilgisayarı düşün,  bir oda kadardı, ayı gibi. Bu alet de öyle. İlk bilgisayar adam gibi bişey yapamıyordu ama çipten falan sonra aldı yürüdü. Avuç içine sığdı, küçüldükçe becerileri arttı hatta, gayet bireysel oldu, twitli mivitli sosyal bir tavır aldı.
Bu alet de şuan parçacık çarpıştırıyor, kasış bişey ama o aletin de avuca sığacak küçüklüğe geldiğini düşün. Bugün atomların kütleleriyle oynaşıyor, yarın atomları görünmez mi yapacak, havadan atom  mu yaratacak napacak?  Belki o aletle herkes kendi mobilyasını yapacak evine, ihtiyaç denen şey ortadan kalkacak. Belki atomları sıkıştırmayı becerecek alet ve biz arabalarımızı katlayıp cebimize koyucaz.  Bugün saçmalık dersin, ama yarın o aletin çılgın becerileri telefonumuzda bir tuş kadar uzak olacak sadece. Eğer o alet hava atomuylan oynayıp böyle yalancı gerçeklikler yapabilirse mesela, beni Breaking Bad dizisine koysun bi bölüm. Takılayım biraz. Gus’ı uyarırım ‘bak bunlar sana yamuk yapacak’ derim.  Atomla oynaşıyorsak yapacak bi dünya şey çıkar.

O yüzden bu laflar yayılsın.
Uçan araba, portal istiyoruz falan. Yurtdışı da ayağını denk alsın. Ağlamayana meme yok demek ki.  Zenginlerin keyfine kaldıysak ohoo.
Orda burda ilginç bir gelişmeye rastlarsanız hemen sıkın bi teknoloji, laf yürüsün. Baskı olsun, yapılsın. Kulaktan kulağa’nın gücünü hafife almayın. Şu teknolojileri adam gibi halka indirelim, bak 20 yıla çağ atlarız valla yalan yok.
Sonra gelsin kendini süpüren halılar, bireysel kanat ekipmanı, bitmeyen tuvalet kağıdı. Kim bilir eğer şanslıysak, kendi kendini dışarı çıkaran çöp poşedi.

Her şey bizim için çünkü.
‘Teknoloji hakkımız, rahat etsin halkımız.
Vermezseniz aleti, görürsünüz laneti.
Uğraşır durursun, kafanı taşlara vurursun.
Kafan yarılır ikiye, maninin geldik sonuna.
Vereceksen ver şunu, canına yandımın gavuru’

NOT:  Bütün bunlar işe yaramazsa, uzayla bağlantıya geçiyorum söz. ‘Piramitleri yapmayı bildiniz, mısırlıyı sevdiğin gibi bizi de sev uzaylı’ derim.
 Beni kırmazlar, gerilmeyin.
İllüminatide tanıdığım var.




2 Temmuz 2012 Pazartesi

Prometheus'a bi öğrenci

Bu Prometheus'u izlediniz mi?
Bir grup eleman hayatın başlangıcını arıyorlar, bi gezegene gidiyorlar, orda uzaylıyı arıycaklar da soracaklar; İnsanı sen mi yaptın? Niye yaptın? Yapanı gördün mü? falan. Uzaylı da sanki ‘buyur otur, her şeyi anlatayım’ diyecekmiş gibi. Uzaylı ya sonuçta medeni olacak. Belki senden benden öküz, bilmiyoruz.

Gerçek şu ki, holivud sikko bir filme daha teyp, kamera harcamış; boşu boşuna kim bilir kaç kere 'ekşın' diye bağarmış. Bir kere senaryoyu kime yazdırdınız allasen. Sete giderken yolda ışıkçının aklına mı geldi? Millon dolar bütçeyi aldık diye başı götü dağıtmışsınız, senaryo yok ortada. Böyle bi mantıksız döngüler, tutarsız karakterler, güdümlenememiş amaç, biçimsiz son. Olmaz bunlar. Saldın kendini holivud, toparlan.

Öncelikle ekip niye 5 kişi. Hayatın anlamını bulmaya, allahına koşmaya gidiyosun; bir avuç adam, bir de robot. Al şunu 60, 70 kişi, nolacağı belli olmaz uzay bu. Ayrıca o elemanlarda tripler ne öyle hiç ilgisiz, biri gavur amelesi 'ben sadece para için burdayım' şekli. Hayır ne işin var o zaman burda. Hem grubun motivasyonunu düşürür o. Biraz grup oyuncuları alıcaksın arkadaşım, azıcık uzayla bilimle ilgilisini seçeceksin. 2 yıl kutunun içinde gidiyonuz, koca organizasyon yapmışsınız, robotun saç boyasını falan almışsınız yanınıza ama mekanik grup fos.

Öbür bir yer bilimci mi ne var, bi boka yaramadı zaten. Valla ben kendi başıma daha faydalı olurdum o gruba, cidden. Yer bilimcisin lan sen; bi taşa bakıcan, inceliycen, merakın olucak yani. Hırtın biri. Herkes para için gelmiş aga, yani alt metin olarak diyor ki ‘ben düşmüşüm hayat derdine, yemişim allahını da’ diyor. Ayrıca belki allah falan çıkmıycak, hadi çıktı diyelim, mısır tanrısı çıkacak belki. O incili kalbine basmalar ne öyle, haçlı kolyeyi okşamalar 'bulucaz onu richard, bulucaz' tripleri. İyi buldun amk, ne diyceksin? Hayır, sanki dilini anlayacakmış gibi, adam gelişmişse gelişmiş, sanane. Ayrıca bi destur demeden inmişsin gezegenime, ne ayaksın belli değil, ne soruna cevap veririm ne bişey. Kovaladığım gibi gemini de arkandan tekmeler atarım uzaya. Ayıptır lan. Geliyorsun mağaramda gezip, taşımı böceğimi götürüyorsun. Oturup bi de muhabbet mi edicektim senle. Hayret bişey. Uzaylıyı da Allah yarattı demiyo mu bide, vur ağzına bi tane. Olum nası bilim bu. Kopar zincirlerini öyle bak uzaya, gezegene. Hiç düşünülmemiş şeylere açık ol falan. Ama yok, düzsün işte. Senle ne sohbeti olabilir uzaylının bu kafayla.

Hele o mağaradaki sorumsuzluk nedir öyle. Mağaraya girdin tamam güzel, cebinden aletini çıkardın süpersin, havayı bi ölçtün, aa oksijen. Hemen ne çıkarıyosun olum kaskını kafadan. Hayır bu nası bilim arkadaşım. Bi de yanındakileri de gaza getiriyo 'çıkarın, çıkarın'. Mahalle baskıcısı puşt. Valla kimse de o kaskımı alamaz başımdan. Bunun mikro-organizması var, mikrobu var, genetiği bozuk böceği var. İlk insan nebçim tedbirli davrana davrana geldi bugünlere, adamdaki genişliğe bak. Ya bugün hayvana bile gel gel diyosun da gelmiyo, nası tedbirli hayvan. İçgüdüleriyle hayatta kalıyo, senin aletin edavatın var, hala hareketlere bak.

Zaten filmde genel bir lakayıtlık hakim her dakka. Bi kere mağarada ekibin bir kısmı mal gibi tırsıp geri dönücez deyip, dönemiyor klasik. Elin mağarasında tutsak kalıyor. Sen içerden kameralarınlan, sesinlen adama umut ışığı olacağına, ‘aman ha bişeyi ellemeyin sabaha kadar bekleyin, alcaz sizi’ diye ekibine destek vereceğine dalga geçip 'birbirinizi dürtmeyin ha gece gece' falan diye espriler patlatıyorsun. Sınırını bil biraz. Gerçi o korkanlar senden beter. Adamın karşısına uzay yılanı, cıva gibi garip yaratık çıkıyor. Yılanı dürtüklüyor lan. Hayır denizanası görüp sudan çıkan bir tipin var senin, besbelli busun işte. Çıkmış zaten yaratık diplerden, o terminatördeki cıva adam gibi, yokluktan oluşmuş gelmiş. Çomakla dürtemezsin. Bi de arkadaşına ‘bak hele bak, hehe mehe’ diye taşak geçemezsin.
Yani bu mallık senin de değil, senaristin işte. Komik karakter yaratmak bu kadar kolay mı lan?

Diğerleri desen garip taştan kafa getirmişler içerden, inceleyelim derken patlamış yeşil yeşil sıvılar her yerde. Yine genişlik, lakayıtlık. Elini yüzünü silip devam edemezsin kurcalamaya. ‘Arkadaşlar bu patladı yenisini bulucaz’ de, bir yeni planını yap. Ayrıca bi şaşır adam gibi, şokunu yaşa. Belki patlattın tanrıyı, al, noldu şimdi? Ağla dur başında, dağlara taşlara bağır elin gezegeninde.
Ayrıca 2 yıl kapsülde geldiniz oraya, eskiden ne güzel çıplak gidilirdi bu yolculuklara, ne öyle sarınmışınız tüllere, nerde doğallık, nerde samimiyet? Yok. Rtüğe kurban gitmiş hep. Bir de gözümden kaçmadı, sırf erkekleri ameliyat eden bir alet yapmışsınız gemiye. yani ormanda doğurabiliyor diye bi cinsiyete bu kadar yüklenilmez, bi yara bandı alaydınız bari. Şileye denize inmiyosun, ışık hızıyla yol geldik o kadar. ‘Gelecekte sadece erkekler önemli olacak’ önermenizi de aynı senaryo özürlü gruba bağlıyorum ayrıca, ‘gelecekten teknolojiler ekleyelim, bilim kurguda lazım’ deyip sıçıp batırmışsınız resmen.

Ayrıca kurgunu milyon dolara yaptırmışın, efektini kepçe kepçe koymuşun da, o ne biçim uzaylı gemisi lan simit gibi. Olum azcık aklınız çalışsın, xrayden içeri bakan uzaylı içi boşluklu alete biner mi, mekândan zarar eder mi lan? Hayır, başı kıçı belirsiz rota almaz o alet. Döne döne ziyan olur uzayda. Tamam kütahya porselen şeklinden kurtulmaya çalışmışsınız evet, çok güzel çıkış noktası ama olmaz. Simite binmez uzaylı. 2 kere 2 dört bu.

Bir de.
Cidden bütün holivuda sesleniyorum. Yani binlerce yıldır filmlerde bir şeyleri birilerinin üstüne düşürdünüz; dev ağaçlar yıkıldı, Eyfel kulesi devrildi, dinazor üzerinize koştu da, bi kaçamadınız lan şunlardan. E dümdüz koşuyonuz çünkü. Yani holivud, sen kuantumla falan uğraşan bir milletin ürünüsün, bir sanatısın. Bak kurban oliyim. Üzerine devasa simit gibi gemi düşüyorsa havadan, dümdüz koşmazsın, bi çapraza gidersin ki ölmeyesin. O ortamda bir robotun kafası çalışıyordu galiba, o da hinlik peşinde. Zaten içirdi mikroplu uzay sıvısını rezil etti koca projeyi. Uzaylıyı buldunuz, dünyayı yok edecekmiş çıktı.
Uzaylının da çok skindeydi afedersin. Ya bu uzaylı niye kendi işine bakmıyor hiç diye düşünürdüm hep, o gezegeni görünce aydım. Adamların meşgalesi yok. O kurak, çorak ortamda naapsın adam; habire dünyayı patlatayım, planlar bir şeyler. Hâlbuki ekiceksin oraya iki sıra domates, bi sıra salatalık, oh. Bağ bahçe ne güzel, uğraş dur. Kafana da koydun mu hasır şapkayı, senden kralı yok be uzaylı.

Ama sana bunları anlatacakları, torba torba gübreyle gelecekleri yerde hala;
‘Niye yaptın? Niye yarattın bizi? Neden? Anlat!’
‘Eeeh yaptıysam yaptım arkadaş, elimizde sıvı vardı indik dünyaya, döktük dereye ordan can çıktı işte. Hücreler falan şeyoldu, ne bilelim yani. Bi deneyelim dedik, insan çıktı. Ne bela oldunuz arkadaş. Yürü işine bak ya. Başka gezegenleri çöz, altın oranı anla, güneş sönünce napıcaksın onu düşün yani. Ne geldin bana musallat oldun. Bu işte. Tamam. Şimdi git namaz mı kılıyosun, mum mu yakıyosun kilisende napıyosan, yürü kendi gezegeninde yap. Bak robot ne güzel duruyo sessiz sessiz yanınızda, hiç bişey diyo mu? Onu da sen yarattın, gelip darlıyo mu seni, ‘beni niye yarattın?’ diye sabah akşam uyluyo mu? Robot çok mu lazımdı? Yook. Yapabiliyodunuz yaptınız işte. Bizim elimizden de bu geldi, yaptık.
Hadi herkes gezegenine arkadaş. Şov bitti. Uzaylıyı da buldunuz, gördünüz, bu işte. Hepinizden de yakışıklı, karizmalı, boylu boslu.
İyi taam hadi patlatmıyorum da gezegeninizi korkmayın. bişey yok. Taam hepinizi de cennete aldım taam. Yaşa sonsuza kadar. Gidin anlatın şimdi, konfetiler falan. Ben bakıyorum burdan, bin gemine uç. 2 yılda geldin zaten. Olum ömrünüze yazık değil mi lan? İnemediniz zaten kocaman ovaya, bi saat dolandınız havada gördük. Gelişince gelirsiniz hadi. Olaysız dağılın şimdi. Kafa açtınız akşam akşam.’


12 Haziran 2012 Salı

Buralar sizi de çok baymadı mı?


Sıcakları demiyorum, hayvan gibi sıcak ama geç onu. Başka türlü bir şey var.
Bir kere her şey yasak lan, bu nası iş?
Hani yarısı hapse sokan yasaklar, yarısı da tam adı konmamış ama adabı-muaşeret yasakları, bir kısmı da yasak değil ama yaparsan ayıp falan.
Bir kısım insan da bir mutluluk bulutu içinde, ‘dünya negzel ilerledi, insanlık ne süper, canım ülkem ne müthiş’  falan şekli yaşıyor, ilerde o buluta binip cennete yol alacak falan.
Tamam.
Tamam arkadaşım.
Yaşa kafana göre, bütün millet onaylıyor seni zaten, paşasın.
Ama diğerleri? Ben ve benim gibiler?
Bir takım kuralları mal bulan kimseler napacak?
Sıkıntısız yaşamak isteyen, soran sorgulayan, hayat derdine ‘yeter lan’ çekip, kendine yönelmek için yer ve zaman arayanlar nolacak? Kişisel becerilerimiz kurudu gitti lan, o kadar spermi geçmenin büyüsü kaçtı.

Ben derim ki, gelin.
Gelin adada yaşayalım.
Heybeli ada falan değil, cidden ada satın alıp oraya mı taşınsak?
Geçen gazetede vardı, kelepir ada satıyorlarmış. Yunan adaları, 200-300 milyar falan. ulan dedim, kadıköy'de 2+1 fiyatına çok net ada bu.keçisiyle maymunuyla ne bileyim yeşil muzuyla, zehirli böğürtleniyle, cangıl* işte.
Alınır lan dedim içimden, benle gelmek isteyen de gelir.
Orda yaşarız, istediğimiz kadar teknolojiyi de getiririz.
Zamanında insanın doğaya hükmettiği gibi, biz de orda medeniyete hükmederiz.

Yalnız girişte sınav var, kapıya masamı koyarım, sınavımı yaparım.
Aranan özellikler; sorup soruşturan, bu sordukları yüzünden medeniyete kıl olan, yaşadığı yerde medeniyet sanılan şeylere hele ifrit olan, arkadaş tartışmalarında 'skicem böyle memleketi ha' laflarını bol bol kullanan, düşündükçe kafasını başını yiyen kimseler. Dini, dili, ırkı yok, kafasına göre, takılan, sigarası alkolü olan, hayvanı doğayı seven, sohbeti keyifli ve kendince yetenekli süpersonik insanlar.
He, ugandadan eleman alımı var mı mesela? Var. Nerden geliyosan gel kanka, burda fikir birliği peşindeyiz, raadol.

Sınavda bir soru sorulacak, soruya soruyla cevap vermeniz gerek, sistem bu. Ne kadar uzatabilirsek. Böylelikle sorgulama kapasitenizin bir haritasını çıkarmış olucam.
Görüldüğü üzere patron benim; ama içimdeki Hulusi Kentmen sayesinde korkacak bir şey yok.  İç işlerimde bağımsız, dış işlerimde yunana bağlı olurum. Dıştan kaçmışım zaten, pek bir dış işim yok. Paşa gibi Avrupa birliği, daha da bizimkiler didinip dursunlar. Adaya adım attığımız an bi kere, serbestliklerden serbestlik beğenelim. Çünkü tanrı şahidimdir hiçbir şeyde sınır olmayacak. Konuşur anlaşırız. Ben zaten ne diktatörlükten, ne krallıktan, ne demokrasiden hoşlanıyorum. İnsan yaratığına uygun bulmuyorum hiç. Krallık bazen sempatik geliyor ama, dedemin lafıdır, bilmediğin işe girme der, o triplerin de alemi yok şimdi. Ben de sizle bir takılıcam zaten ama işte bir sıkıntınız olduğunda danışmanlığınızı yaparım, ne biliyim kavgaları ayırırım, balığı paylaştırırım falan. Zaten her yaptığımı mantığıyla açıklamak âdetimdir. Soru işareti bırakmam kafada yani, sıkıntı olmaz. Geçen direkt şu örnek konuşuldu hatta; misal adamın eşeği senin hıyarını mı yedi, sen de bin herifin eşeğine 3-5 tur at. Yani adalet böyle olmalı. Hatalı tarafa ceza vereceğine, mağdur tarafa ödül verilsin arkadaş. Ödül almak gayet de cezalandırılma korkusundan daha motive edici bişey zaten.Temel nokta, fayda. Ortak nokta barış. Zaten senin benim yapmayız, aynı kafada insanlarız dedik, baştan rahatız.

Biraz şamanik bir bakış açısını da işlemek istiyorum ayrıca.
Yakınlaşıcaz doğaya, akşamleyin bağdaş kurup denizin kokusunu duyucaz, bi sesini dinliycez. Arada dikkat kesilicez doğaya, böceğini hayvanını tanıyacaz ki, o da bizim oradaki varlığımıza alışacak, biz de ona.
Bence bu medeniyeti terk etmek değil zaten, konseptini değiştirmek.  
Ve bence doğaya yaklaştığı için insana en uyumlu.
Ayrıca insanları ırklara, milletlere göre gruplamak, ülkeleştirmek bir işe yaramadı. Görüyorsun. Yani insanlar o milletten olduğu için gurur duyuyor falan, sen mi seçtin o milleti? Senin başarın mı bu? Değil. Oraya doğdun ulan. Orda denk geldin diye, böbürleniyorsun. Çok saçma. Hâlbuki benim sistemimde doğum yeri, rengi değil, düşünceleri aynı olanlar bir arada yaşayacak. Bi kur kafanda, çoğu şeyde anlaşıyorsun insanlarla, kafan benzer, ortak olan şeyi seçmişsin. Ve kendi düşüncen olduğu için de istediğin kadar gurur duy. Canla başla savaşırım lan. Fikirlerine tutunduğum yere, insanlara daha bi bağlanırım.  

Bu mantığı çözebilen gelsin diyorum o yüzden. Çözemeyene de sabırlar diliyorum. Bir gün o siyah kravatlarınızla kendinizi avizeye asmış olabilirsiniz, zira gidişat baya sıkıntılı. Psikolog ücretlerinden hesap edebiliriz durumu.

Ayrıca yunan yeri mitolojik bir mekândır. Zamanında Zeus uğramıştır, Afrodit soyunmuştur. Belli olmaz Pan* falan oranın ormanında geziyordur belki. Ben görmek isterim şahsen, gelsin bi çayımızı içsin. Ayrıca sahile yayılırız, uzay manzarası olur mis gibi. Gece ateşin etrafında, coconatımızı yiyelim, deniz kabuğundan suyumuzu içelim, balığımızı didileyelim. Pan düdüğünü çalsın, şarkılar türküler ooh, hayat bu işte, yalansa yalan de.
Eski kasetler meydana çıksın kesinlikle. Mançoloji, fasıl müzikleri ve 'yabancı karışık' adı altında etiketlenmiş bütün kasetleri istiyorum. maykıl ceksın, slipknot ve 90'lar da olmalı, konsept olarak tamtamcılar falan da olsun, yamyam müziği kasarız.  Bir de ibrahim tatlıses'in 'o sole mio' vidyosunu ve 'bir kulunu çok sevdim'li kasetini getirebilirsiniz. 'nankör kedi'liyi de getirin, söyleriz onları.
Film olarak da Godard ve Nuri Bilge Ceylan filmleri haricinde her şey olur. Mis gibi ada ortamında mal etmesin şimdi. Ya da iyi lan tamam hadi, onları da getirin. Hayvan gibi muhabbet çıkıyor. ‘Uzak’ filmi üzerine geliştirdiğim bi içki oyunu var, onu da oynarız, çok fena.

Hayal ettim mesela; böyle sahilde yürüyorum, ayağıma hiç bişey batmıyor, bu kısım çok ilginç, hep temiz çünkü sahil. Siz kah kah gülüyorsunuz yine müthiş bir gece olmuş, kızlar ilkokul ödevleri kadar kolay, ve muhabbetimiz kusursuz. Böyle ellerimi cebime koyuyorum, cebim boş. En güzel kısım işte. Param yok. He biraz bozukluk olabilir. Onları da köpek balığına atıyorum, hayvana siktir çekme aracı olarak kullanıyorum. müthiş.

Hem herşeyi bırak, coni dep’in de adası var. ‘senin yolun yolmuş coni’ deriz. Hatta rica ederiz açılışımızı yapsın, kırmızı kurdeleyi kessin. Arada bir ziyaretimize gelsin, tavla atarız. Korsanlık anılarını dinler, ‘hahaha coni, yu ar fantastic’ deriz.
Coni’nin annesi de adadaysa ona hürmeten sigara böreği, dolma, törkiş dilayt götürürüz. Adamlar sabanan kaç çeşit peynir koyuyor sofraya, altta kalınmaz. Biz de her akşam ananas, muz yemiycez tabi ki, birtakım teknolojileri götürüyoruz yanımızda, eziyete gitmedik.
Bu yüzden de, adada dünyanın en eski 5 mesleğine ihtiyacımız olacak.
Marangozluk, tarımcılık, balıkçılık, mühendislik, elektrik-elektronik. Özellikle marangozluk çok lazım, ama 12 tane cücenin becerdiği şeyi hayli hayli öğreniriz gibi zaten.
Ekstra olarak, bir ahçı, bir şaman, bir dövüş sanatları uzmanı, bir ağdacı ve bir kuantum operatörü olmalı. Sıkılmayalım yani gelişelim bir yandan, milyonlarca kitap getiricez ama o da bir yere kadar.
Misal lezzetli yemekler yiyelim derim ben, yapmayı da öğrenelim.
Ya da marşıl arts* öğrensek fena mı? Bir kung fu felsefesiyle şamanizmi birleştirince kim bilir neler olacak.
Ayrıca bilimin dibine inmiş bir insana soracaklarım var benim. Alsın teleskobunu, uzay maketini gelsin.
Ağdacı zaten almazsak 2 bilemedin 3 ay içerisinde kimse kalmaz adada, ‘run for your lives’ yaşanır. Siz kız cinsini son 2000 yıldır biliyorsunuz, git geriye, git bıçağın icadından önceye bak bakalım, ne görüyorsun. Bir şey göremezsin işte. Anladın mı? Derinlerde aranırsın, ve bir adaya bir cangıl yeter, emin ol. O yüzden ağdacı canımız ciğerimizdir. Yangında ilk kurtarılacaktır.

Yılda iki kere falan da şehre gidilir bakılır, yeni bir teknoloji gelmiş mi? adamızda kurgulamak isteyeceğimiz bir şey var mı, yeni katılımlar falan sonra kimse kafa şişirmeden bineriz botumuza döneriz geri.
Ve bir gün adayı terk edip geri dönmek istersek, hepimiz birbirimizden ilgi alanımıza göre hayvan gibi eğitim almış olucaz; dalmayı öğreniriz, muhabbetlerde yeni teoriler üretiriz, yemek yapmayı, dövüşmeyi, müzik aletleri çalmayı öğreniriz. Dil bile öğreniriz lan. Kim kime öğrettiyse kendi eliyle bir de sertifika hazırlayıp versin. Ülke değil miyim arkadaşım? Al setfikia işte, zaten Türkiye’de kimse sormaz, rahat olun. Gidin sergileyin işinizi, sanatınızı.
Hem de hepsini süper eğlenerek kasmadan yapmış olucaz.
Ayrıca 200 kişilik kenetlenmiş bir grup insan, hayvan gibi çevre işte.
Hapishanede böyle bağ kuramazsın yemin ederim.


NOT:
Ayrıca adada icat etmek istediğim bir şey de var.
BURUKA.
Evet. O şarkıdaki alet işte, ‘hangi kapıyı çalsammm, karşımda burukacıııı’
Tamam, biliyorum kapı kapı dolaşan bir burukacı yokmuş ortada, öyle bir alette yokmuş, yıllarca yanlış anlamışım ben. Ama hep Türkçecilerin suçu, kelimeyi çıkarıp koyunca anlam bozulmadı ben napiyim?
Ki bence şansı var o aletin. Böyle flüt gibi ya da yaylı gibi karışıklı bir alet, üzgün müzikler çalıyor, kalpleri buruyor. Ve o yüzden de adı burukacı işte!

Bence malum oldu bu alet bana, kuantum kapılarından geçerek kulağıma fısıldandı. Hatta belki de sırf bu aleti yapabilecek adamların peşine düşmek için kurguladım bu ada planını. Her ayrıntısına kadar hesapladım, gizliden yanlarınıza yanaşıp ada sohbetlerinde burukayla ilgili bilgiler toplıycam. Ve Bir gece çalıların arasında gizli gizli icat edicem onu. Gözümden yaşlar süzülerek ilk ezgileri çalmaya başladığım ve yanlış anladığım o buraka’dan ilk sesi çıkardığımda, artık ben yanlış anlamış olmıycam. Haha.
Dünya eksik olmuş olacak. Her şeyi mümkün kılarak, utandırıcam onu.
Ve geleceği değil, geçmişi değiştiren ilk icadı gerçekleştirmiş olucam. marty mc fly* gibi geçmişi kurcaladığım için evren değişecek, olasılıklar birbirine girecek, durduğum yerden tüm gezegeni bir karadeliğe de sürükleyebilirim, bilmiyoruz.
Ama yanlış kişiye bulaştın dünya ve yanlış kişiyi sınadın evrensel bilgi.
İn your face, tüm kozmoz
İn your face.



-bilinmeyen kelimeler-
Marşıl arts: dövüş sanatları
Pan: kırların keçi ayaklı tanrısı. Flüdüyle inanılmaz melodiler çalan, hayvani güdülerin tanrısı.
Cangıl: orman
marty mc fly: ‘geleceğe dönüş’ filminde, geleceğe dönen kişi.
in your face: al sana! (suratına vururum anlamında)



18 Nisan 2012 Çarşamba

230.üyeye Jagermeister!

Şaka lan tabi, jager çok para.
Kutlama amaçlı ben bi bira açtım, o kadar.
Ortam piçliği, popülerite manyaklığı, kıvanç tatlıtuğ klonluğu vadettiğim bu çogzel ortamda biriktikçe biriktik.

Artık kendi kendimi takip etme günleri bitti, efkarlanıp içmeler son buldu.
Kafanıza hayali konfetiler yağdırırken gurur duyuyorum sizle.Şaka maka seviyorum lan işte hepinizi.

Hem de geçen rüyamda 1000 kişi olmuşuz onu gördüm.
Böyle herkes bizde toplanmış, partiler, balonlar, konfetiler falan cümbüş var. nası içiyoruz ama pühüüü sünger gibi. 'yarasın aslanlağrımğa benim' diyorum bağarıyorum. sonra içeri odadan jackie chan geliyor,  'what da fak is goin on' falan diyor, yamuk yumuk ingilizcesi. bi de içmiş küp gibi, vurmuş tabi ufacık adama, küfelik olmuş. 'gel abim diyorum, şu tarafa geç otur, sana bir midye dolma açayım' diyorum. '500lük mü 750lik mi' diye soruyorum. yok yok diye eliyle işaret yapıyor, istemiyor. 'abim diyorum, sen dövüşçü adamsın, deniz mahsülü bu, can verir' diyorum. 'at 3, 5 tane mideni tutsun' falan. 'i dont want trabıl' diyor. ben de 'olur mu abicim, al istersen tepsiyi ye, senden saklımız mı var' falan diyorum, koyuyorum tepsiyi kucağına. neyse sonra mutfağa gidiyorum falan, ev mahşer yeri zaten, bi yandan duvarlara bloğum yansımış. bir anda tak! 1001 oluyor üye sayısı. Bir coşku seli, bir mutluluk, çığlıklar içinde yakınımdakiler beni havaya kaldırıyorlar, 'lağn noluyor' diyecekken eller üzerinde salona geliyorum. Tam bir rock star havası falan fişman, küüt vuruyorum kafamı avizeye.
öyle uyandım işte.
ya.
çok acayip dimi.
1000 kişi olalım istiyorum ben.
parti yapıcam.
hatta 1000.'ye jackie chan'i veriyorum.
beleş.



Kapatmadan; 230. şanslı üye olan Mononoke'ye (nam'ı diğer hallucinations'a) sevgilerimi gönderiyorum. Kendisini sözlükten de bilirim. süper.
Yalnız bloğunda gezerken mouse'un ucunda bi yıldızlar çıkıyor, her yere takip ediyor falan, paranoyak eder öyle şeyler beni.
habire ona kitleniyorum, sayfada fır fır dönüyorum.
dün ayık kafayla bi daha baktım, varlar gerçekten.
döndüm durdum yine.




10 Nisan 2012 Salı

Aç gözünü bilim! Ay dünyaya düşebilir!



‘Düşmez, raadolun’ diyor bilim âlemi. Kozmik enerjiler, çekim yasaları, etki tepkilerle kanıtlıymış bu durum. Ama tam ikna olmadım ben. E çünkü insan mahlûku dünyanın sistemleriyle oynayıp oynayıp, o mükemmelimsi işleyişe çomak sokabiliyor sürekli. Kendini bilmez takılıyoruz biz çünkü. Öyle seviyoruz. İcatlarımız mucitlerimiz sağ olsunlar, oturduğumuz yerden ozon tabakasını deldik. Yapmadık mı? Yaptık.
İnançlar konusunda bile böyle şuursuzduk hatta; bir gök tanrı dedik, bir güneş tanrı dedik. Ekmek, su, yün çorap tanrısı, bir yere varamadık. Bir ara hepsini bağrımıza basar gibi olduk, hepsi kendi işiyle ilgileniyordu, uzmanlaşma vardı, bir işimiz oldu mu ilgilisine başvuruyorduk falan. Tam bu sistem biraz daha hümanist, doğadan bir tavır takınmışken; Bir anda biri çıktı bu sefer; ‘ben tek tanrıyım, bi ben varım, diğerlerini boşver kanka gel sana bana bak’ dedi. Ve direk sattık o kadar tanrıyı. Hepsini birden hem de, hiç düşünmeden baya satışı koyduk güneş tanrısına, afrodite falan.

Düşününce mitoloji çok ilginç bir alan, kafamıza göre var yok diyoruz, kabul götürür bir hukuku var, değişik. Hâlbuki bas hepsini bağrına, hepsini sev dimi? Kırma yani kimseyi. Ama işte o satışı koyduğumuz gün lanetlendik bence. Ben haklı çıkarsam çok net yapıştırırım cevabı, ben demiştim derim. Yeminle ben zeus’unu, dionisos’unu ayrı ayrı sevdim, gücünü doğasından alan tanrıya sempati duydum hep derim.  Haklı çıkmazsam, Zeus falan cehennemde olabilir tabi, ama sıkıntı yok çünkü Einstein, Michael Jackson, Ghandi, ve tabi ki John Lennon, hatta Elvis Presley falan da orda olacaktır. Yani ne kadar karizmatik, zeki, süper ilginç adam varsa çok muhtemel karşılaşacağız. E biz de napalım Einstein’la teori kasar, Michael Jackson’la moonwalk yaparız. Ben organize ederim herşeyi.

Machievelli’ye biraz hak veriyoruz demek ki bu noktada, kendisi ‘insan çıkarı olursa satar, pis bir mahlûktur’ derken haklıydı belki de. Doğasını, tanrısını satan bugün gelir seni beni satar, satmıyor mu? Satıyor. Al, hepsi tarihte gizli işte. Doğa ana falan da utanıyordur bizden kesin. Gerçi biz yok olursak doğa 50 yılda kendini eski haline getirebiliyormuş, onu öğrendim de ferahladım. Çok sallamıyordur o yüzden, geniş takılıyordur. Biz de tüm enayiliğimizle ozonu yırtalım, buzulu falan eritelim. Yarın öbür gün ay’ı düşürmeyeceğimiz ne malum. Ve düşse mesela nerelere düşer? Lokasyonlar belirlensin, önlemler alınsın.Düşerse nükliycez mi direk, napıcaz?
Kimse de merak edip araştırmamış. Bilim düşmez dedi tamam da, bilim de oturmasın, yeni sorular sorulsun. Bak yine benle irtibata geçmen gerekiyor sevgili bilim. Ama ne bir telefon, ne bir faks, ne bişey. Geçen okudum dünyanın fizik kuralları değişiyormuş, yani yer çekimi, o bu. Sabit değilmiş hiçbiri. E yarın bir bakarsın sayko bir kozmetik ürün çıkar, mc donalds köftesini labarotuarda yaratır, petrol çıkartırken dünyanın sismiğiyle oynanır falan, ‘yukarda duruyor, ay aşkım ne şirin’ falan dediğin gök cismi, küt der iner aşağı valla. Az önce baktım, Ay’ın çapı 3460km imiş. Dünyanın 4te biri kadar. 200 ülke olsa, nerden baksan 50-60 ülkeyi ilgilendirir yani. Ayrıca 4buçuk milyar yıllık yaşlı bir küre bu, ve tüy gibi de hafifmiş dünyaya göre. İki seyirir olduğu yerde, çıt eder kopar yörüngeden. Uzaya uçsa gitse yine iyi, oturur valla üstümüze. Sonra yok yenidünya düzeniymiş, illüminatiymiş falan toptan yalan oluruz bak. Hatta büyüklüğü ve ağırlığı falan öylesi bir etki yaratabilir ki dünyaya güm diye vurduğu gibi, direk yarabilir ikiye. Yumurta sarısı gibi güzelim magma akar gider valla.

Bir de düşün o kocamanlığı, hayal et bi.
Ben yapamıyorum bazen.
Mesela güneşten daha büyük bir şey yok gibi sanki.
Hayır biliyorum da, kozmozda saçma sapan, ayı gibi gezegenler var ama düşünmeye çalışınca beynim sıkıntıya giriyor. Almıyor kafam. Hele ki ölçeği böyle hızlıca yukarı çekerken börtü böcek falan geliyor aklıma, sistem hepten kitleniyor. Kapayıp açmak zorunda kalıyorum, yalan değil.
Herhalde o ilkokul uzay maketleri yüzünden oldu bu. Bir de küçük prens yüzünden olmuş olabilir. Velet duruyor gezenin üstünde, tek kişi ancak sığıyor falan. Onun sayesinde bir gezegene gidildiğini düşününce, herkesin gözüne 10 dk da turlanıp bitecek gibi, kenarında durursan uzaya düşme ihtimalin olan yuvarlak krater geliyor. Ben buna psikolojide ‘küçük prens etkisi’ diyorum. Bozulduk küçük prens. Gezegenleri anlayamadık hiç. Senin yüzünden uzay bi garip.

Bir de aya yerleşicez falan diyorlar, yolculuklar yapılsın, şehirler kurulsun falan.
 Zaten bu aralar Ay hayvan gibi büyük, hiç denk geldiniz mi? Garip işte, bir parlak, bir yakın falan.
Aya yerleşilmeye kalkılırsa, ben gitmem valla. O iş sakat, çok ciddiyim yani.
Bir gider bakarım, şöyle yere bi vururum ayağımla pat pat, bir eğilir sesini dinlerim.
Sonra da ‘Ay düşeceeğğğk’ diye bağırır, kaçarım ordan.
Kimse de tutamaz beni. Koşarken kenardan uzaya düşersem, o küçük prense de selamımı yollayıverin. Canına sıçtığımın oğlanı deyin benim için. Beni de kara deliğin birinden alırsınız artık. Kenarına tutunur, ordan bakarım. Yalnız aman deyim çok bekletmeyin, kara delikten mayalı falan çıkar, bişey der, dil bilmem kem küm ederim, ayıp olur. 
Uzayda yer çekimi falan da yok, gerilirim ben.





30 Mart 2012 Cuma

Gözümle gördüm;Türdeşlik


Yine bir gün benim eski mahallede sigara içe içe dolaşıyorum, yürüyorum, hava da güzel falan. Bi yerde evlerin arasından süper deniz manzarası göründü, burda biraz durayım dedim. İlerde de manzarayı bütünleyen bir çam ağacı eşşek gibi, mübarek trt'de bob ross amcamızın kenara kondurduklarından, cuk oturmuş kadraja. Öyle izlerken bi anda gak guk bi ses, bi baktım ağaçta 2 tane karga yanlarında da böyle ayı gibi papağan. Bariz bir yerden kaçmış ama o, kafesini falan kemirip doğaya koşmuş, şehrin karmaşasına bulanmış rengarenk kocaman papağanın biri. Anka kuşu mübarek. Öyle, biri bi dalda, öbürü diğerinde gak guk konuştular. Gözümün önünde resmen anlaşıp bi karar verip, üçü birden uçarak uzaklaştılar.
Eminim, adım gibi eminim ki konuşma şunun gibi birşeydi.

- Kankalar destur var mı? ben kafesimden kaçtım, evime yurduma dönücem, bi yol gösterin hele
+ Kardeş sen burda yenisin galiba, böle şıkır şıkır geziyon da, burası harlem, burda ekmeğinin peşine koşucan. gel sen bizle takıl, biz seni sevdik, sana sokağın kurallarını öğretiriz.. önce seni reisle tanıştıralım da bi helallik al. zaten şu karı da kenardan bizi kesiyo, çok ortalıkta dolanmayalım, had.

Dediler ve oracıkta kanka olup, birlikte maceralara koştular. Ben de vay anasını dedim, sonra baktım sokaktan arabalı manav geçiyor. Yanaştım, abi nar var mı? dedim. Varmış. Kafasını kesip verdi saolsun. Didileye didileye onu yedim, yarısını da çayıra çimene yemledim. Yenir organik organik, börtü böcek aç geziyor.



Gözümle gördüm; Vampir

Öss kağıdım çıkmayınca ösym'ye ankaraya gitmek zorunda kaldım. Erkek arkadaşım da geldi. saat sabahın 5'inde kızılay meydanındaydık. bi sigara yapmıştık gelirken, Onu ateşledik, yürüMEYE BAŞLADIK. SOKAKLAR BOŞ TABi sabahın körü.
5 dakka oldu olmadı, kenardan bi adam sokağa girdi. Böyle, lacivert montunun fermuarını sonuna kadar çekmiş, çenesine kadar kapalı, kafasında kasketle gelen, yüzü pek belli olmayan, ince uzun bir adam. 
biz hemen geri döndük, daha kuğl bir şekil aldık, biraz da turist tribine girdik, ters tarafa doğru yürüyoruz. ben de adamı kesiyorum fırsat buldukça. baktım herif yol ortasında durdu. bize baktı, bir anda yolundan döndü arkamızdan gelmeye başladı. biz önde, o arkada falan artık bakamıyoruz da gerildik. TAM TRIP.
karşıya geçtik hemen, kızılayın ordaki parka. 
içerde de minibüslerin yerini sorduk park güvenliğine falan, normal davranıyoruz. 
ben bakındım yok herif. bi rahatladık tabi. görevli, park arkasındaki çıkışı tarif etmişti, oraya doğru yöneldik.
ağaçların arasından yürüyoruz, çalıların orayı bi geçtik ki. dank. adam tam önümüzdeki bankta oturuyor, tam karşımızda, bize dönük, bakıyor dik dik. 
yürüdük geçtik tabi yanından, hemen ilerde simit sarayı mı nedir ondan açılmış, fırın mırın sabah sabah. girdik hemen içeri,alt kata indik, birer çay söyledik. 
bir yandan da konuşuyoruz; ben genç bi herifti diyorum, o yaşlıydı bariz diyo falan, bi yandan da kim lan bu? diyoruz, kuruluyoruz ufaktan. 

3 dk sonra herif geldi içeri, resmen aşağı kata indi, gözüyle bizi aradı, buldu, baktı baktı yukarı çıktı. 'hsktr noluyo lan?' dedik tabi direk. erkek arkadaşım atarlandı 'bu herif dışarda bekliyosa ağzını yüzünü kırarım' kıvamına geldi. çayımızı içtik. kurulu biçimde merdivenlere yöneldik ve biz yukarı çıktığımızda hava aydınlanmış ve herif gitmişti. 
Bu durum görüldüğü üzere tek bir sonucu düşündürüyor. 
karanlıkta dolanıp sabanan yok olmalar, genç mi yaşlı mı belirsizlikler,  çalının arkasından belirmeler falan, aslında herşey besbelli ortadaydı. 
karşımızdaki ankaralı bir vampirdi. 
bizi farkedip gözüne kestirdi ama sonra 'bunlar düzgün çocuklar, bunlardan sıkıntı gelmez' dedi. 
salverdi bizi. 
biz de minübüste full onu düşündük, şimdi minibüse binse altımıza sıçarız falan dedik, para uzattığı elinden büker kırarız, kazık gibi vites koluyla tabi kalbi hedef almak lazım, kaptana kapıyı açtırıp direk kapıcı tekmesi falan kendimizce güldük eğlendik.
inince de ösymye kadar yürüdük. yürürken de bir sigara ateşledik.



24 Mart 2012 Cumartesi

Oyun kafası; Fantasy Role Playing


Ya.
Frp aslında doğru oynandığında bilgisayara da, playstationa da, wow'a da basar.
Baya, kendi kararların var çünkü. Oynatanın da güzel hayal gücü varsa çok çok eğlenceli bi aktivite. Zaten biranı alıp toplaşmışsın, esprilar şakalar.

Gm (game master) bir harita çıkarmışsa zaten daha güzel. Baya orijinal olabiliyor çünkü. Ben bi kere fire ball’u wow’daki ile karşılaştırıp ‘ileri savuruvereyim’ dedim. Bütün kasabayı yok eden bir ateş topu düştü gökten, bütün grup nerdeyse ölüyordu. Bi elmam vardı yiyene charm atıyodum. Hatta oyuna sonradan giren arkadaşa uzatmışım ‘al ye’ diye, direk yedi o da enayi, bütün oyun ben ne istersem onu yapıyordu. Süperdi. Bard’dım zaten,  flütüm vardı. Çala çala kitliyodum milleti, gerçi bi kere de kocaman kayanın altında kaldım mal gibi, (bu arada oyunu bilmese de buraya kadar okuyan çılgın okurlarım için; bu oyun bi daire etrafında oturmuş bi grup gencin, önüne kağıt kalem, bir de dungean’s and dragon’s el kitabı almasıyla, ‘two hand schimittar’ ları çıkardım, böle arkasından kabzayla vurdum, düşerken sırtına taktım böyle’ diye anlatılan bi oyun, herkes bulunulan yeri ve olayı hayal ediyor ve herkesin kafasına göre takılarak oyundaki görevleri tamamladığı, bosslarla dövüştüğü bi hayal ürünü olaylar dizisi çıkıyor ortaya. Hala okuyosanız süpersiniz. ) he ne diyodum, mal gibi kayanın altında kaldım evet, baya flütüm falan kırıldı, bittim resmen. Evlat acısı gibiydi.

Ama benim efsane karakterim olsa mesela bir filim oludu. fil ya. fil kadar müthiş bi hayvan yok, bak; hem neşeli, hem kocaman, hem çok güçlü yakalarsa bitirir. Hem su püskürtüyo; ıslatır yıkar. Hem üstüne biner gezersin, akrobasi yaparsın fıt fıt. Kulağına, burnuna çıkarsın. Gece uyursun üstünde. Kusursuz. Bir de sadık hayvandır, unutmaz seni orda burda, ful hatırındansın. Bundan süper binek mi var? sonra bir de companion lazım oraya buraya gezicek bakıcak, benim ki maymun olurdu mesela. Kapuçin maymunları var ya ondan. Omzumda durucak, bazen yollıycam ‘git bak bakim,fırla ’ dicem, ‘ne var önde, bi kolaçan et’ Bakıp gelicek, ağaçlardan sarkıcak falan. He ayrıca hayvanların dilinden anlıycam mesela. O ilk özelliğim. Bıçak atabilicem, olayım bıçakmış veya ok da olur ama dps her türlü. Bi de element olarak toprakla alakalı bir şeyler isterdim. Yapraklar,sarmaşıklara falan hükmetmek gibi ya da deprem falan olabilir aoe olarak.  Onlarla geziyormuşum işte ormanlarda, aralardaki köylerde şehirlerde durup, quest yapıyormuşum.

Bir de normal hayatta bana bak, takılıyo öyle normal, dümdüz ben. Bu yazıyı sakladığım dosyanın adı ‘yazılar’, bu kadar yani şaka değil. Hiç o kadar cool da değilim. Iphone bir filin yerini tutmuyor bence, ki ıphonum da yok zaten. Bitmişim. Dandik salak bir hayat. he, kendime bayılıyorum o ayrı ama yine de bi kapuçinim olsaydı fenamıydı? Değildi. Bence aramızda toplanıp bana bi kapuçin maymunu alalım, çok pahalı değil 800dolar falan. Hadi ben yarısını koyuyorum hatta. Hem sonra onla gösteri falan yapıcam, bişey öğretemezsem eline muz, çekirdek falan veririz, tip tip takılır, izleriz. Gösteriler beleş, size tabi. biliyorum hepimiz hipnoz olucaz o çıtçıt çekirdek yerken.. 
Alın işte şu maymunu bana, bak süper olucak, valla, söz lan. 
Tamam, adını da siz koyun tamam. 



20 Mart 2012 Salı

Oyun Kafası: World Of Warcraft


Wow oynuyorum. rare bir durum ama böyle. sevgilisiydi, arkadaşıydı derken bulaştık bir kere.

Eskiden online oyunlara ilgisizdim. Oyun bitirmek diye bişey vardı benim için. Hatta ‘oyuna her ay para ödenmez’ laflarıyla oyuna saldırır, gerekirse tam bir çingene gibi bok atardım. Velhasıl '60lvl a kadar deneme olarak alalım beleş, sora bırakırız' yalanlarına kandım. Şuan bu yalanların çobanlığını yapmaktayım. Zevkle.

İlk lvl larda her yere yürüdüğümüz için uyuz olmuştum. Gerçi bir yandan da 'yoldan gidince saldırmıyolar' üzerinden ilk önermemi yaparak, kendimce oyunun buglarını bulmak gibi bir misyon edinmiştim.  Sonra questleri falan sevdim, 3-5 kişilik bosslara girmeye çalışıyordum, gazlanıyordum falan. Mekanlar efsane geliyordu. Bir yandan da karaktere ısınıyorum tabi, meslek falan derken 85 olduk.
85 ve ardından pvp, AH ve ölümsüz keşfim... 'achievements'.
Oyunun en süper şeyi achievementlar bence.
'mount falan verenler tamam da, gerisi fıs' diyebilirsin, ama öyle değil, acayip potansiyelli bir alan.
Bir o, bir de sea turtle denen mount. onda bi olay yok da şirin mirin işte.
Bi de Ah'de fiyatlarla oynayıp milleti kitlemek büyük zevk, ki bunu kendime görev bellemiş durumdayım. yok yanlış olmasın, bizde kimseye yamuk olmaz, ben yolumun peşindeyim de o ah'de büyük cevher var. hem hayvan gibi para kasarsınız ki ben kastım -yöntemini de vericem birazdan- hem de eğer bir sosyolojik, efendime söyleyim psikolojik ve de markıting gözle bakabilirseniz, orda bulduğunuz şeyleri bi güzel gerçek dünyaya uygulayıp, hayvan gibi gerçek para da kasarsınız.
dur.
sabırsızlanma.
hepsi sırayla geliyor.
önce;

'hangi yöntemle hayvani para kastım?'
1) Achievement satıyorum. net.
He daha öyle sayko organizasyona giremedim tabi, kendi başıma yapabileceğim cooking achievementları satıyorum. Hani trade edebileceğim şeyler, 'şu şu yemekleri bulup ye' falan gibi basit olanlar.
ilk 'WTS (second that emotion) ACHIEVEMENT' ile başladım bu işe.
beni garanti reklamındaki, 'su. abiler su var. suu.' diye bağıran minik çocuk olarak düşün.
bu 'second that emotion' 4 adet yemeği yemen gereken bi achi. her biri için recipe gerekiyor, o da dailylerden düşüyor. günler geceler boyu cooking daily çilesi yani.
bu 4lüyü 250g dan vermeye başladım ben.
ama nasıl peynir ekmek gibi satıyorum.
sonra bi baktım ufak ufak, çok pahalı demeler, isteksizlikler, laf yetiştirmeler. Ah'yi bir kontrol ettim; benim 250den sattığım yemekleri, 7g’da 10g’a koymuşlar. Hayır, niye yapıyosun bunu? Niye rızkımla oynuyosun? Ver 100e 150ye sende kazan, ben de kazanayım. Win win win işte allahın cezası.
Çok büyük ayar oldum ben o gün. And içtim. Artık bu Ah'yi de bırakmıyorum, hepsini kovalıyorum, ananızı skicem sizin, yeni planlar bişeyler derken inanılmaz bir sistem kurdum kafamda.
Netlikle söyleyebilirim ki, auction house guru’su olmak üzereyim.
bir yandan işi de geliştirdim, baktm böyle cooking achi başka ne var diye, maden buldum.
 'Cataclysmically Delicious' Achievement.
bu epic achi, tam 50 yemekten oluşuyor. bir kısmı recipeyle yapmalık, bir kısmı vendorlarda satılıyor ama dünyanın bi ucunda her biri. üşenmedim. çünkü üşenenin çocuğu olmadığı gibi, ticareti de boktan olur. ben her bir vendora koştum, her recipe'yi kastım. 50 yemekten 10 ar tan çantama dizdim başladım bağırmaya.
bi aşağı bi yukarı derken server'ın isteği ve talebi üzerine fiyat 1k olarak belirlendi.
'wts... wts...' yine manyak gibi satıyorum. ah ye de koyuyorum, kapış kapış gidiyor. hatta sayemde ah de olmayan yemeklere alan açıldı, başkalarına da ekmek kapısı oldu.

Birini bağırıyorum, anlaşınca lag yapmayan bi yere götürüyorum çift kişilik mountumla - hizmette sınır yok - diyorum 'sen bana kendi achini linkle, ben sana 6şar 6şar vericem sen yedikçe zaten görünecek bu linkinde. böyle tıkır tıkır alacaksın achiyi.' fiyatlar ilk trade de yarısı, son trade de diğer yarısı. gayet güvenli. ayrıca alınca alttan 'oley achievement kazandınız' gibi yazı fışkıyor ya, hemen soruyorum diğerlerine de bakmak istermisin falan. o sevinçle karşı da koyamıyor tabi.
bak unutma, müşteri psikolojisini okuyacaksın böyle. kaçırmıycaksın.
böyle böyle ben 6 achievement satan, tekil bir şebekeye dönüştüm.

'WTS (cataclysmically delicious) ACHIEVEMENT'=1k
'WTS (second that emotion) ACHIEVEMENT'=250g
'WTS (drown your sorrows) ACHIEVEMENT'=400g
'WTS (you'll feel right as rain) ACHIEVEMENT'=300g
'WTS (dinner impossible) ACHIEVEMENT'=450g
'WTS (critter gitter) ACHIEVEMENT'=100g

baktım bunlar böyle bağır, bağır kasıyor. ayrıca bir albenisi yok, müşteriyi motive edemiyorum.
ilk trade pazarlama stratejimi uygulayarak;
'wts fast & easy cooking achievements' diye bi macro yazdım. Başladım reklama.

Bak yalanım yok,
sırf bu sayede 210k para yaptım.
yanında portaldır, enchanttır, genel satışlardır falan, onlar devede kulak kaldı tabi.

peki şimdi soracaksın, bunu da ah'den baltalayan olmadı mı?
oldu tabi,  cata delish olamadı tabi o baya kalabalık achi ama, diğer ufaklardan fiyatları çok ucuzlayanlar oldu. ama o noktada da stratejik yürüyorum.
mesela ah'yi kontrol ediyorum,  ucuz fiyattan konan yemekleri direk geçiyorum hiç uğraşmıyorum. ama misal achilerin bazı yemekleri eksik, hiç yok. durma hiç. 150 den koy, 200den koy, bazıları cidden çok uzak yerlerde suyun altında falan, o sapık memleket abbysal depts te olanları mesela 300'den 400'den koyuyorum.   ayrıca öyle elimdekileri döşemiyorum. 300'den birer birer koyuyorum. gözü korkmasın, yani 'bak bu pahalı ama kalmamış gitmiş. ya da koyan çok açmıyor demek ki. bunu aldın aldın, yoksa kalırsın ortada, gerisini tamamladın zaten achide eksik bırakmak da mantıksız, sen al bunu al' mesajı, direk almaya meyil.
yani bir nevi kontrol, hem ben zarar etmiyorum hatta beklemediğim karlar elde edebiliyorum, ve aslında benden full aldığında daha fazla tasarruf etme olanağı sunuyorum müşteriye.

Bir tane mal vardı, okuyorsa görüyodur.
bana sordu cata delish'i, 1k dedim. beğenmedi (ki 50 yemek için çok uygun fiyat olduğunu biliyorum, bunu onaylayanlarda oldu sağolsunlar.) e benden beğenmediği 1k'lık achinin 50 yemeğini de benim ah ye koyduğum 100lük 300lük hallerinden aldı - çünkü çok akıllı ya bi bakıyor o 50den bazıları tabi ucuz, 3'e 5'e, 'vay ibne beni kazıklıycaktı' düşüncesiyle tık tık ne görürse alıyor, isme de bakmamış enayi, arada 200'lüğe rastlayınca 'neyse ya 1k değil sonuçta arada olur' kafasıyla gidip -evet tam bir düz müşterisin sevgili oyuncu- kendi kendini kazıklamış oluyor.
yani bu işin böyle ah'den gelen, insanın yüzünü durduk yere güldüren, cep şişiren şanslı bir tarafı da var.

misal biri de sordu.
yani bunların çoğu vendorlarda var -özellikle cata delish için- hem de daha ucuz niye senden alayım diye.
bak dedim, tabi öyle yapabilirsin çünkü bu bir lüks hizmetidir. bu yemekler için lazım recipeleri kendin toplayıp, gerekli matları balıkları kendin tutup, diyar diyar pool ve vendor kovalayabilirsin. ama sen bu oyuna para ödüyorsun. buradaki zamanını arenalar, bglar, gearlar, raidlerde harcamak istiyor, oyunun eğlenceli kısımlarında takılmak istiyorsun. dailyler, tık tık balık tutmalar, ordan oraya gitmeler eziyet. senin kendi oyununu glyphlerini ayarlayıp doğru kombinasyonlara kasıp elini hızlandırıp afedersin milleti skip atman gerekiyor. sen efsane olmaya koşarken ben de bunları senin yerine yapan, sana direk trade üzerinden max 5 dk içerisinde hem anlık sevinçler satıyorum -çünkü kabul edelim, achievement gelmesi süper bişey- hem de sana zamandan kazandırarak oyun zevkini maksimum fayda düzeyine çıkarıyorum. ve bunun için de gayet makul ücretlerden bahsediyorum.
ayrıca kapının önüne geliyorum,
hediye portal servisim var istediğin yere yolluyorum,
lagsız alana özel mountla götürüyorum,
beni kalabalıkta bul diye üstüme ışık sıkıyorum,
özel kıyafetim var, siyah pantelon beyaz gömlek papyon, tertipli ve de şıkım,
güler yüz bende,
kalite bende,
chef's hat kastım aldım, çoklu yemekler saniyeler içerisinde yapılıyor, hız da bende,
beklerken altına 'mushroom chair' koyuyorum, rahatlık konfor da bende.

lüksün sınırlarını roleplay'de bile zorlamışım.
bak hem sektörü kurdum,
hem yatırımlarımı yapıyorum,
müşteri sadakati bile kurdum zamanla lan.
valla tanıyolar sokakta, kaç kişi yeni achievement var mı diye sordu. arkadaşını yönlendiren var.
hatta bi gün ormanda geziyorum;
bildiğin alakasız low level bir yer zaten, yani kuş uçmaz kervan geçmez, belli.
ilerden yine low level bir tip geliyor, beni görünce durdu bir an.
'you re him' dedi.
'you 'r the cooking achievement guy'
'what r the odds?'
dedi selamlaştık ben ona 'koçum al benden sana minik bir achi dedim, hediye verdim. kim derlerse 'achievement seller of azeroth' de, beni böyle bilin dedim, selametle yolladım.

hayranlarım var işte belli ki.
bir marka olmak üzereyim.
resmen piyasadaki açığı gördüm, doğru taktikler ve içgörüleri kullanarak atak yaptım ve kazandım.
bu bir başarı hikayesidir, yalan değil.
bu imparatorluk pandaria ile daha da büyüyecek.
blizzarda yazıcam zaten, adıma şehirler kurulsun, bana sahip çıkılsın.

Aslında ekibi büyütebilsem, cooking'in üzerine misal dungeon'dır, raid'dir, o tarz achilere de girmek istiyorum ama onlar tek başına kasar. şuan şirketten fabrika'ya yükseldik, holdinge daha var. ama diğer sahalara falan açığım yani, fikir kovalıyorum hala.

ayrıca yemek satıyoruz madem; bi yemek markası, bir yemek sepeti bana sponsor olsa efsane olmaz mı?
olur bence.
Durduk yere gerçek para, mis


2) wow'u gerçek hayatta nasıl kullanırız?
şimdi bura online bir dünya.
kurallar seni sınırlıyor ama davranışlarında gayet özgürsün.
o AH'nin piyasası da tamamen kendi kendine oluşuyor, insanların kararları acayip etkili.
e o zaman bu sanal dünyayı, bu düzeni anlıycaksın, çalışıcaksın.
o davranış modelinin altında ne var? o kararlar hangi motivasyonlarla veriliyor?
mühim olan neyken ne?
gördün yukarıdaki içgörüleri, psikolojileri.
böyle böyle sen de gözlemleyeceksin, insan lan bu diyceksin bi düşünüceksin.
sonuç?
o kararlara benzer karar mekanizması normal hayatta da işliyor.
denk getirmeye çalışıcaksın. o dinamiklerle bu dinamikler nasıl benziyor, önemli olan şeylerin sıralaması nedir? insanlar neyi neden satın almaya motive oluyor derken.
ufak ufak kusursuz stratejiyi buluruz.
hatta bu modellenebilir bana göre.
wow'u bir case gibi düşünüyorum ben.O kadar focus gruptur, yok anketlerle 100 kişiye sormalardır. bırakın bu işleri. bak karıncalar fanusta kendi dünyalarını kuruyorlar, gözlemle onları. anla ve uygula.
istediğin sektöre, kafana göre.
modelini de çıkarıcam size, çok yakınım hissediyorum.
ve manşet;
'wow'u kobay olarak kullandım'

of süper olucak.
düşündükçe elim ayağım titriyo valla.


'i am the achi seller of azeroth'
'for the horde'




online edit:
sea turtle geldi ^^ müthiş bir şey.

online edit:
ya bişey diycem, horde olarak %80’de yeniliyoruz lan bariz.
Horde işte, kötüler yani, normal hayatta nasıl bi insan horde seçer ki?
bak bu da bir psikoloji mesela, buna da bakılmalı.
Hep böyle ya geniş, böyle bi boku takmayan, dersleri falan da genelde boktan, hatta kimisi gerekirse her türlü ibneliğin peşinden koşan adam.
Buyuz işte biz. Böylesi bir grupta dirlik düzen, grup çalışması olabilir mi? nadir.
E grup oyunu oldu mu birleşmiyor işte herifler, kimse pas vermiyor, habire bireysel. Bi oyun çıkmıyor ortaya. Mal gibi ya gider ortada takılır, ya tek tek gider kesilir, adamı kuzulamaz, spellsteal’a dokunmaz.
Ally öyle mi? Neyse onlara her boku düzgün yaptıkları için ayar oluyorum zaten, daha kötü onların. O yüzden ben ve benim gibi düzgün oyun oynayalım ama zibidiliğimizi de yapalım insanları hordedayız. Ve kaybediyoruz, ve uyuz oluyoruz ama bi grup insan var ki onları çok seviyorum.
çok uyuz olmadıysak, direk bizi ayar etmediyse noobs bilmemne diye kenardan konuşmuyoruz.
Hayır, biliyorum, bu sadece bir oyun değil, her ay para ödediğimiz bir sorumluluk ama,
oyununu oynamakla, ergen olmak arasında da kapkalın bir çizgi var.