27 Aralık 2011 Salı

Gavur musun yılbaşı?


Bu aralar Türk milletinde bir embesillik var yine. Yılbaşı kutlansın mı, kutlanmasın mı? Kafayı yediler. Blogların birinde demiş ki; ‘Hıristiyan, İsa’nın doğuşunu kutluyor, biz de özentiyiz, kutluyoruz, ne kadar salağız. Canımız eğlence çekiyor diye gâvurun bayramını mı kutlayacağız?’

‘Yahuuu’ diye şöyle güzel bir iç çektim önce. Anlattım. Pek anlaşıldığımı sanmıyorum.  Zira ben çok net ve bilimseldim, onlarda ise şalter kapalıydı.

Bi kere arkadaşım, yılbaşı başka şey noel başka. Bunu bi ayıralım. Hıristiyan olmadığımız için değil, yılbaşı kutlamaya bahane aradığımız için de değil, gerçekten İKİ AYRI kavram oldukları için.
Yılbaşı, İsa’nın doğuşu değildir. Noel’dir o. 24 Aralık tarihinde başlar, İsa’nın doğum günü de zaten ‘1ocak’ değil. Her boku yanlış öğrenmişiniz, bi de oraya buraya yazarsınız utanmadan. ‘o İsö’nün doğumgönü amağ!!’ Değil işte cahil adam, değil. Hayır, bundaki özgüven aynştayn da yoktu yeminle. 24 Aralıkta doğmuş bu İsa emmi. Bunlar da takibindeki bir haftayı kutluyor işte. Doğuşunu anlatan skeçler falan yaparlar, ayin mayin okurlar. Dinlerince takılırlar. O haftanın sonunda yeni yılın ilk günü yaşanacak diye, cin fikir Hıristiyan milleti o günü de haftanın kıçına eklerler ve bu İKİ AYRI olayı beraber kutlarlar.

Nitekim yılbaşı kutlamalarının babası, İsa falan dinlemez. Hatta ‘sen yokken biz vardık’ edasıyla salınır İsa’ya da sümüğünü atmaz. Çünkü yeni yılın gelişi, kışın gelişi, astronomik değişimler binlerce yıl öncesinden beri zaten davul zurna ile kutlanır.
Eskiler ona ‘kış bayramı’ derler. Adamlar binlerce yıl önce; her krallık kendi anlayışınca, bu dönemi kutlamış. Eğlenceler düzenleyip ateş etrafında dönüp, içip eğlenmişler.  Herkes kendi ritüeline göre keyiflenmiş o dönemde. Ay takvimi (353)- Güneş takvimi (365) arasındaki 12 günlük aralığı kapatarak, iki takvimi aynı hizaya getirmekmiş amaç. Avrupa’nın nice kavimleri bunu, hiç öyle din min demeden yapmışlar. Zaten o aralarda tek tanrılı din bile yok. Mevsim değişimini uğurluyo adamlar, sizin gibi her işlerine fitne sokuşturmuyorlar. Masumiyet var.
Gel mesela Türklere bakalım. Türkler bu çam ağacı geleneğini getiren millet zaten. Şimdi gevşek gevşek 'yok yea' falan diycek bazısı, onların kafasına kafasına tarihin tozlu sayfalarıyla vurmak geliyo içimden. bilmezsin, dayanaksız atarsın, kanıtla gelene saygı duymazsın, uyuzum sizin gibisine ben. 
Neyse, ben öğrenme sevdalıları için devam ediyorum. Türklerden geçmiş çam ağacı süslemek. Adamların inancının ahanda göbeğinde hayat ağacı diye bişey var, tepesinde tanrılar, günü ve geceyi düzenliyorlar. Ve tam 22 Aralık günü, günler tekrar uzamaya başlıyor. Mitolojik olarak gün geceyi yeniyor. Adamlar da bu doğa olayını kutlamaya karar vermiş, kutlamış mesela. Bir akçam varmış o bölgede yetişen, Orta Asya'da sadece, başka yerde yetişmiyor. Onu evlerine, meydan yerine getirir, altına tanrıya teşekkür için o yılın mahsullerini hediye olarak koyarlarmış. Bildiğin domates biber işte. Dallarına da bir dahaki yıldan beklediklerini dileyerek kurdele, mendil falan bağlarlarmış. Danslar, eğlenceler gırla. Kilimler, halılar bu kutlamanın motifleriyle dolu.

E şimdi böyle bir bilgi var elinde, daha sen neyi tartışıyorsun ki! Yılbaşında yapıyolar diye kızdığın ağaç da senin, dalındaki süsler de senin dilek mendillerin,  noel babaya yazılan mektuplar senin yeni yılda gök tanrından dilediklerin, altındaki hediyeler de senin domatesin patatesin, tanrıya hediyelerin. Yani adamların yaptığı ne varsa senden görmüşler zaten. Almışlar senin âdetini, yanına İsa doğdu diye eklemişler; sen günlerin uzamaya ilk başlamasını kutlarken, o gelmiş 'İsa da bizim güneşimiz sayılır, biz onun yükselişini kutlıycaz. Sizin ritüeliniz de artık bizim olcak' demiş. Baskın toplum oldukları için yayılmış. Sen de bunu yemişsin. Bu kadar. Şimdi mal gibi yılbaşı geleneği diye bişey olmaz, çam ağacı gavur adeti falan dersin.

Bihabersin işte kabul et, ‘ama İsa’nın doğum gönü dediler’ Hayır efendim. O başka, bu başka. Siz bizden gördünüz hepsini diyeceksin. Sana ne İsa’dan! Sen kendi geleneğini bil önce, uygula, uygulama ama bil. 'Iyy çam ağacının altına hediye, ne kadar banal’ O zaman senin ataların banal şekerim. Gidip Büyük Ada’da dallara mendil bağlamayı biliyosun, hıdrellez de ateşten atlamayı biliyosun, telli babaya gidip tellere okuyup koca istemeyi biliyosun, bin tane yatırdan haberin var, bundan haberin yok. Olacak arkadaşım.

Kutlarsın, kutlamazsın, Müslümansın, Hıristiyansın fark etmez. İnsansın ve senin takviminde de 31 Aralık gecesi bir yıl bitip yenisi geliyor. Yeni umutlar, güzel dilekler, mevsim değişiyor hadi bakalım diyeceksin. Biraz şu doğayla ilginiz olsun ya. Bir sevginiz olsun. Onu sallamaz, bunu umursamaz, öbürünü duymuş biyerden ‘aman aman gavur icadı’ Amma dönek milletmişsiniz he. Ulan yıllarca atalarınız o çam ağacına ne anlamlar yükledi kim bilir. Başında ağladı sevindi lan hayvan herifler. Tamam, sen o kadar manalı bulmayabilirsin ama en azından bi saygın olsun; yeni yıl şerefine bi kadeh kaldırıver, olmadı bi güzel yemek ye, olmadı bi banyo yap. Ak pak ol. Bi düzgün gir yeni yıla arkadaşım.

Noel Hıristiyanlığın, oruç Müslümanların, unsuz dönemi Musevilerin, çiçek bayramı Budistin olabilir. Ama yılbaşı hepimizindir.  Adamlar binlerce yıl kutlamış lan az mı? Bi de mesela düşman kavimde, aynı kutlama yapılıyomuş diye bi anda ‘siktret ya başka şeyaparız’ dememişler. Bağlılık var adamda, dürüstlük mertlik var, döneklik yok. Çok merak ediyorum acaba gâvur milleti ‘Noel’de hurma yemeğe bayılırız’ deseydi, hurmamızı bir anda bırakacakmıydık? Cevaptan hiç emin olamıyorum ve işte bu tartışmayı dinlemeyi çok isterdim ben.
He bir de ‘bu kapitalist düzenin parçası, hep bize para harcatmak için’ diyen var. Noel babalar, taş gibi Noel kızlar, hediyeler, gezmek tozmak. Bir miktar doğru tabi. Ama harcama sen de, evinde sevin yani düşman olma yılbaşına. Tercih etmiyor görünüyor, kendince tribi var ama içi kıpır kıpır biliyorum, 3..2..1.. derken havaya zıplayıp ‘mutluluk ulaağn’ dememek için zor tutuyor, sıkıyor kendini. Sıkma kardeş! Yapma bunu. Geleneğin bu senin, sevin yeni yıla, tut bi dilek nolucak, olur belki fena mı?

Zaten hala belli değil napıcağım yılbaşında, yine açıkta kaldım.  Dışarı çıksan çekilmez yılbaşı kalabalığı, birilerine yamanıcam son anda. E size de o kadar konuştum; Noel’i yılbaşının ingilizcesi sanmayın artık, nolur bak.

Sizlere yılbaşı hediyem şu video;
 ‘Videoda yılbaşı geleneğinin Türklerde nasıl yapıldığını anlatmış. Mis gibi net bilgidir. Dr. Muazzez İlmiye Çığ bizzat anlatmıştır. 1914 doğumlu yani 97 yaşındadır. Doğumu Bursa/Osmanlı Devleti olarak geçer. Bu kadın; Dünya' da Sümerologlar arasında sözü geçen nadir kişilerdendir ve Türkiye’nin ilk sümeroloğudur.  Türkiye’de tarih konusunda bulabileceğimiz en güvenilir kaynak bu kadının kendisidir. Buyurunuz.

Herkese süpersonik bir yeni yıl dilerim;




14 Aralık 2011 Çarşamba

Yanlışınız var!

Ya lanet olsun sabah erken kalkmaya!
Neden öyle bi anlasam, geçen gün sabahın köründe minibüsteyim, saat 7 falan ama, mal gibi olmuşum, ayılmamışım, gözlerim kapanıyo. Bi baktım, diğer insanlar da aynı benim gibi, hepsi aptal olmuş gözler kaymış. E belli ki kimse istemiyo sabahın köründe işe falan gitmeyi.

E neden o zaman insanlık?
Niye herkesin hem fikir olduğu bir şeyi, geç kalkmayı yürürlüğe koymuyoruz!?
N'olucak yani, adam gibi geçeriz karşısına 'biz sabahları erken kalkmak istemiyoruz arkadaşım' deriz, kalabalık olursak bi skim yapamazlar.
Medeniyet bu değil olum ayık olun biraz!
Ama bu kabul olsa bile bi şekilde bozulacak onu da biliyorum. Biz ayarlıycaz böyle, 'arkadaşlar karar çıktı, artık işbaşı 8 değil daha geç daha düzgün bi saat, güzel güzel uykunuzu da alın, mis gibi uyanık çalışın' tamam diycekler, yapıcaz.
Sonra bi tane akıllı, bi tane uyanık herif erkenden açıcak bakkalını, uyanıcak pezevenk, yapıcak bunu.
Sonra diğeri 'ulan ben enayi miyim ben de erken açıyım hem de millet kapalıyken parsayı götüriyim' diycek, sonra biri daha biri daha! ve biz akşam dışarı çıkmış eğlenmiş, 'e sabah uyurum zaten' diyenler olarak tam bir enayi gibi geri kalıcaz, evet enayi diyecekler bize, erken kalkan yol alır diyecekler. ille o yarışa sokucaksınız milleti amık, sinir oluyorum.

Al sana çan eğrisi, al sana ortalamayı yükseltip düşük not almana sebep olan inek öğrenci işte, çakalın önde gideni. Sizi sevmiyorum lan, ne yükseltiyosunuz olum çıtayı, sizin yüzünüzden kötü görünüyoruz biz, çakallar!

Hadi bunu koydum kenara, sineye çektim diyelim, açıkla bana niye 5 gün çalışıp 2 gün tatil yapıyoruz ki? Hem eğlenmek çalışmaktan daha faydalı insan ruhuna, bunu kanıtlamış adamlar. Psikolojine faydalı, mutluluğunun temeli lan bu küçümsenir mi! 5 gün çalışıp 2 gün tatil yaparsa bünye, yavaş yavaş yaşlanır zaten, besbelli ortada. cuma çıkıyosun zaten yorgun argın eve. Cumartesi sabah şuncacık bi keyif var ancak. Akşamına hazırlanıp bi çıkıyosun dışarı, allaaah ana baba günü. sokaklar bile ter kokuyo artık, yemin ederim ya. yığılıyoruz sokaklara manyak gibi, herkes ama herkes yani, işi gücü olanın dışarı gecesi o çünkü. Ondan sonra trafiği bi yandan, kalabalığı bi yandan pestil gibi gel eve. pazar zaten son tatil günü, o pazartesinin sıkıntısı gelir midene oturur, öfleye pöfleye o gün de biter.
hayır biz bunu niye kabul ettik onu anlamıyorum. halbuki bak benim süper bi önerim var buna. hep tatil olsun falan da demiyorum gayet rasyonel bir öneri bu; bir hafta çalışalım, bir hafta çalışmayalım. eşit olsun arkadaşım. güzel güzel çalışmamızı da yapalım, paşa paşa eğlencemizi de yaşayalım. Ne demiş çin insanı, denge olacak kardeşim, ying yang olacak! hem bak bu sistemde cumartesi akşamları herkesin hurra diye yığıldığı tıklım tıkış mekanlar da olmaz. bi ferahlık gelir memlekete valla bak. hem de bi hafta istersen evde takıl yayıl, istersen çık bi haftalık adam gibi tatile git, kafanı boşalt.

Ya da hepsini geç; bi kapsül icat etsinler, içinde zaman daha hızlı aksın. Girelim  kuralım 3 saate %30 hıza falan 10 saat uyumuş gibi uykumuzu alıp uyanalım. O da olur bak, o kapsülde uyuruz, uykumuzu alırız. yine geç yatmak opsiyonel olur, mesela ne zaman yatasın geldiyse kurarsın %70 hıza falan daha çok uyumuş olursun. %100'de falan artık epik bi hıza çıkmış olursun; yarım saatte bütün gece uyumuş gibi falan,  bu da baya başarılı olur.

Bak 3000 yılında falan çin, japon yapıcak bunları hep, ona sinir olucam!
Sabah erken kalkmak isteyenler bak bunu da bozarsanız iyice nefret ederim sizden ha, azcık uyumlu olun lan, bi hayrınız olsun! ille en çok kazanıcak, ille heryerde o önde olucak!
Al bütün herşey senin olsun la tamam al, hepsi senin!
Bana tatilimi verin olum, bana yeter!
Pijamamla kedimi verin, gazetemi, çayımı verin bana!




8 Aralık 2011 Perşembe

100. üyeye hediye!

Şaka lan şaka, hediye falan yok.
İlgi çekmek için yaptım.
Ama hediye yerine bu yazıyı yazayım dedim, mühim olan niyet.

Sevgili Tinsel Devinim Terminali adlı üye,
100 numara bir insansın bunu biliyor muydun?
Samimiyetle söyleyebilirim ki bloğunun başlığı bende bir soru işareti oluşturdu.
Bu, anlamadığım manasında.
Sonra sayfalara bakarken bi ara anladım sandım, ama dün yatmadan bi düşündüm, yine olmamış.

Hayır, tinseli anladım tamam, devinim eyvallah, canım ciğerim. Ama terminal?
Yani burası bir duraktır, gel tinsel devin, soran karışan olmaz mı diyorsun?
İnan bana zorlanıyorum. Sorun etmemeye çalışıyorum ama, açıklarsan sevinirim.
Zira benim için özel bir yere sahipsin artık.

Hediye yazımı bitirirken, seni bu şanslı olaydan dolayı kutluyor, bloğunu tinsel biçimde öpüyorum.
İyi terminaller.


'230. üyeye Jagermeister'a zıplamak için tık.



27 Kasım 2011 Pazar

İlk insan Salih

'Bir Neandartalin Anıları'

Her şey ağaçların falan tepesinde başladı. O gün yine ağacın birinde uyandık. Yan ağaçtakilere bakındım, en büyük dalı ben kapmışım. Ama nası rahatım, konforum falan tıkır, sabah sabah esneye kaşına gerinirken, küt dedim düştüm aşağ. ‘Vay’ dedim içimden ‘mal salih, dört elin bi kuyruğun var lan, bu kaçıncı amk!'
Yerde öyle malak gibi yatıyorum.  Yattığım yerden yukarı bağırdım. ‘Çıkmıyorum lan çıkmıyorum bu sefer, aşağda kalıcam.’ Ayı gibi güldüler. Sinirlendim. ‘Ne var lan ibneler, aşağısı daha güzel hem, sizin uzanıp da alamadığınız elmalar armutlar hep burda bi kere!’

Ağacın önüne uzandım bütün gün. Elma armut kısmetimize ne düştüyse yeriz dedim ama, yere düşen meyveler hep çürük çarık, adam gibi bişeyin düştüğü yok, her yer çerçöp. Bi de geçen gün gördüğümüz bıyıklı pençe var. O buralardaysa sıçırtır yalnız. Tam ben bunları düşünüp kaşındığım sırada, minik fare gibi, hayvan gibi, bişey geçti önümden. ‘o neydi lan’ dedim, bi baktım hayvanın teki. Kimdir nedir hangi familyadandır tanıyamadım. E yıllarca ağacın tepesinde tabi, bi aşağı inen olmadı ki bilelim şu mahlûkatı. düştüm peşine. Ben gidiyorum o gidiyor, bi de hızlı ki pezevenk, pıt pıt zıplıyo. Küçük ama etli butlu, toparlak.  Ben kovalıyorum o kaçıyor. O maymun suratlı seyfi de ağaçların tepelerinden beni izliyo. Dikkat çektim tabi. Ben bir gaza geldim, kovalıyorum hayvanı. Yaa seyfi bey nasılmış ordan izlemek, ben kovalıyorum o kaçıyo işte, siz anca tırsıp ağaçlara çıkarsınız. Aslanlar gibi yerdeyim ulan, geliyosa da gelsin o bıyıklı pençe!!

Tam ben gösterimi yaparken bir anda bir sessizlik. tepelerden ses kesildi. Havaya bi gariplik, bi gerginlik. O saniye kaçan hayvanı gördüm. Atladım üstüne, bi sefer de tuttum bacağını, tutmamla soktum ağzıma, ısırdım kopardım! Ağzım yüzüm kan ama nasıl! Bir gurur bir gurur! Tadı da güzelmiş he!  Kaldırdım hayvanı böyle suratlarına suratlarına sallıyorum!! Gördünüz mü lan en büyüğü!! Ne haber lan Seyfi, hala o kurtlu kirazları ye dur daha! Hehey be, mis gibi hayvan!! Hahaha!!!! Kimmiş buraların sahibi? Kimse cevap veremedi bi an. Seyfi abi de çıt yok.

‘Roaöoarrr..haıırrr..rrr…’

Yavaşça arkama döndüm…
Hananskim pençeli! pençeli laaağn!!'
Tam karşımdaydı, bana bakıyordu. Bense elimde bacağından ısırdığım hayvanla donakalmıştım. Çenemden kanlar damlıyordu ve hayvanla gözgözeydik. Elimdeki bile çırpınmayı bırakmış, kaskatı olmuştu.  Zaman durmuştu. Aklıma ilk gelen şeyi yaptım.
hayvanı fırlatıp koşmaya başladım. Sanırım kafasına geldi, bilmiyorum. Baya bi koşmuşum. Bizim ormandan da baya bi uzaklaşmışım.
İşte yuvadan, vatandan, toprağımdan böyle ayrıldım ben. Ayırdın beni ibne Seyfi!
Neyse ben nefes nefes koşuyorum tabi, ilerde bi ufak mağara gördüm, girdim içerde bekledim biraz. Ya takip ettiyse, ya peşimdeyse, ulan dedim ‘sıcacık ağacımı, dalımı bırakıp nerelere geldik mına koyim.’ Seyfiyi falan sallamaz, paşa paşa yaşardım, zaten karşı daldaki zehranın da bende gözü vardı, ailemi yuvamı kurmuştum şimdiye.  Hem korkuyor hem sinirleniyordum. Yerden taşın birini aldım yere vura vura hıncımı taştan çıkarıyorum. Sinirlerim boşalmıştı, dövüne dövüne sızlanıyordum. Tam o anda mağaranın karanlığından birşey belirdi. ‘laağğğn’ diye korkuyla taşı kafasına atmışım. Ah dedi, yanına bi gittim, aynı benim gibi kuyruklu.
‘Abi’ dedim ‘kusura bakma, öyle karanlıktan çıkınca aklım yürüdü.’
‘napıyon lan, kafamı yardın pezevenk’ dedi
‘ne bilim abi heyecanla oldu’ dedim.
‘sıçtın ağzıma’ dedi,
‘kusura bakma’ dedim.
Kafasını yaran taşı eline aldı mağaradan çıktı. Taşı ilerdeki ağaca attı, sonra yerden bi tane daha aldı, onu da attı. ‘Abi napıyon onla’ dedim ‘Bunlarla talim yapıcaz sonra ufak hayvanlara atıp yakalıycaz. Bişey eksik diyodum sonunda buldum. Taş! Bununla avlanıcaz! Artık elma armut yemiycez. Ben de senin gibi ağaçtan düştüm diyebiliriz sonra ben de kaçıp buraya saklandım. Ayrı yerlerden ayrı zamanlardan geldik ama kaderimiz aynı salih’
Hasiktir adımı nerden biliyordu. Onunla ilgili gerçekleri çok sonra öğrenecektim ama şimdiden tırsmıştım.
‘Abi sen kimsin? Nolur söyle şimdi taşı kafana atıp kaçıcam’ dedim
‘Adım Ekrem, çok fazla soru sorma sadece dediklerimi dinle bundan sonra’ ‘işimi zorlaştırmadan yakınlarımda dolanırsan senin de hayatın kurtulur’

Ekrem abi haklıydı, her yer taşlarla doluydu. Her şey gözümün önündeydi işte. O ne yapılacağını biliyordu belki çok uzaklardan gelmişti ama her şeye hakimdi. O ne derse yapacaktım ve türümün yanından ayrılma hikâyem işte böyle başlamıştı. Bu maceralı yolda hem can dostumu hem de öğretmenimi bulmuştum. Kim bilir beni neler bekliyordu. Daha ateşi bulup, silahları icat edecektik, mamutlar yiyecek, kabilenin kızını isteyecektik.  Bütün bunlardan habersizdim daha, ama hazırdım. 
Uykuya dalmadan önce ‘İyki düşmüşüm o ağaçtan’ dedim kendi kendime ‘iyki düşmüşsün salih!’...



17 Kasım 2011 Perşembe

Bi serinlik geldi mi?

Paylaşırsan içini bir mutluluk sarabilir,
belki de sonsuza kadar lanetlenirsin,
veya yerde yüz lira bulursun.
Seçim Senin!




9 Eylül 2011 Cuma

Sen hiç bira içtin mi?


Saate baktım, yuh. Hayvan gibi uyumuştum yine. Saat 1 falandı. Havada acayip bi güneş. Odamın camını açtım ve yan inşaatın sesleri eşliğinde birayı düşündüm.
BİRA!

Örneğin bu baharımsı aylardan birinde dışarı çıkarsın, hava geç değildir ama erken de sayılmaz yani aynı bugünkü gibi işte 1, 2 anca vardır saat. Açık bir mekâna gider oturursun 2 bilemedin 3 kişi, kalabalık bozar çünkü. Hava ne soğuk ne sıcak, tam kıvamındadır ve yumuşak bir esinti de vardır bir yandan. Oturduğunuz yerin tam arkasına, tam da senin oturduğun yerden harika izlenebilecek şekilde  hayvan gibi ışık yansımaktadır sokağa. Apartmanların arasından o apaydınlık ışık parçası üzerinize yansır. Hiç birinizi rahatsız etmez, göze girmez, yer değiştirtmez, ibnelik yapmaz kimseye.  Sadece o kadar yakındadır ki, verdiği tatlı sıcaklık hissediliyordur kenardan. Tam da şansa bak ki, sen de havadan biraz daha ince giyinmişsindir o gün. Yani hani uzun kollu da olurdu da, bi tşörtle çıkmışsın işte güvenip. İşte o tatlı ışığın sıcaklığı, o esintiyle birlikte kollarına değer, böyle bi etrafında dolaşır, bi hoşuna gider. Edalı, işveli, köylü güzeli işte.

Tam bu an yaşanmaktayken, tam ‘oh lan iyki çıkmışız dışarı’ dediğin anda garson biraları getirir. Ah o gelen biralar!  Bi kere soğutulmuş bardaktadır kesinlikle, buz gibidir. Tazeliği daha camından yansıyan sapsarı ışıltısından bellidir. Köpüğü ise çok azdır, yok gibi. Sadece tepede incecik bir örtü gibi yayılmış ilk yudumu almanı beklemektedir.
İlk yudumu alırsın. Bir anda ağzını doldurur, hem gazlı hem serin, ağzındaki tüm kuruluğu silip alır. Buz gibi kocaman bir yudum. Boğazından aşağı yuvarlarken hele, geçtiği her noktayı hissedersin. Her parça serinler boğazında. Allahım! Kusursuzdur! Ardından direkt olarak beyne giden emirler ve suratta oluşan kaçınılmaz gülümseme. Hele her yudumda zaten güzelleşen kafanın lafını bile etmedim daha.
İşte bunlar kafama vurdu sabah sabah. Dedim ben içiyorum.  Buzdolabına baktım, murphy kuralları işlememişti bu kez, bira vardı. O içemediğim, ellerimde ısınan teneke bira.  Çıkardım dolaptan. İnatçıydım, yamandım. Evdeki en büyük bardağı edindim. Feysbukun karşısında açtım birayı, bardağa döktüm dikkatlice. Bardak bu alman bira bardaklarına benziyordu biçim olarak. Ağzı daha geniş, aşağı kısma indikçe daralıyodu. Koyarken sıkıntı olmadı köpük de oluşmadı, mutluydum.
Hepsi sığmadı bi tek, ‘bi kısmını içeyim de, gerisini de koyayım’ dedim. Ben bardaktan bi yudum alayım derken; bardağın kusursuz aerodinamiği, dengesi, tutuş kolaylığı ve hafifliği, ve biranın soğukluğu ve o lanet ışığın oda penceremden içeri hayince girişi yüzünden ilk yudumun ardından gözlerimi kapatmış ve lakur lukur bardağın nerdeyse dibini görmüştüm. Tüm boğazım açılmıştı sabah sabah,  midemde serinliği hisediyodum resmen.  ‘yuh o neydi beahh!!’  ifadesiyle yalanmak eşliğinde  kalanı da bardağa döktüm. Bi kaç dakika sonra aynı iştahla onu da yuvarlamıştım zaten. Biram bitmişti, hayatımda ilk kez birayı bu kadar zevk alarak ve hızlı içmiştim.

Sonra zaten feysbukunu da geçmişim, yutubunu da; bana bi kafa geldi, ama nası bişey, allaaaah. Daha kalkalı 10 dakka olmuş, dönüyorum olduğum yerde. Sanki bulutların üstüne kurmuşum bilgisayarı, kah kah kah ne bulursam gülüyorum. Bir sürü fotoğraf kaydediyorum, siteler, müzikler, chatten her gördüğüme sarıyorum. Kendi başıma eğlenme sınırlarımı aştım oracıkta. Tek bira he, dahası yok.
Ben bi 2 saat sonra falan kendime geldim tabi. Masamda bira kutusunu, boş bardağı gördüm. O anda bir şeylerin başladığını anlamıştım. O kahverengi sarı kutu daha anlamlıydı artık, bardağın dibinde kalmış köpük yavşamamıştı, daha bi karakterliydi durduğu yerde. Tümüyle, o anla ilgili her şey doğruydu.  Tüm kodlar dökülüyordu gözümün önünden, bira o gizli kapısından beni içeri almıştı. O portaldan girdiğim sürece onu yaşamıştım, başka hiçbir kafaya eş değildi ve olamayacaktı. İlk defa BİRA içmiştim gerçekten. Bir ezoterik bilginin bilincindeydim artık. Sıkıntı bira da değildi. ASLA! Nasıl içildiğindeydi! Ve bütün dünya yanlış içiyordu birayı. Bardaklarımız, şişelerimiz, lanet olsun her şeyimiz yanlıştı.


Teneke kutular biranın tadını gevşetiyodu, cam şişelerin ağzı çok dardı sürekli hava içirttiriyordu, barlardaki ellilikler ise çok silindirdi, içerken kola binen ağırlık öyle fazlaydı ki içme keyfini düşürüyordu zihinde, ‘bira bardağını tutmaktan yoruldun’ bilgisi beyne gidiyor bıraktırıyordu bardağı, bilinç altı mutsuzlukla ayrılıyordu o bardaktan!!!  bira = mutsuzluk diyecekti yakında. Her şey çözülüyordu işte birayla ilgili! Her şey apaçık ortadaydı çünkü!
Peki, neden? Neden bu yanlış sürüyordu? O an gözlerimi kıstım. Anlamıştım. Lanet olası sistem dedim içimden. Kesin bunu benden önce bulmuş olmalılar. O lanet olası çirkin şişeleri ve biralarıyla belki kafamızı daha geç getiriyor, böylelikle daha çok satın almamızı sağlıyorlardı. O lanet patlamış mısırı bedavaya vermenizden belliydi zaten. Sistem bir kere daha kazanıyordu işte, lanet biramızı da kapitalist şartlara göre içiyorduk.
Hayır dedim! Hayır! Biz bira içenler! O kafayı hemen, şimdi, ve hak ettiğimiz gibi istiyoruz! Sizin çevir aç kapaklarınız varsa bizim de beş kat güzel kafamız olacak! Şimdi soruyorum size sistem bize baktığında ne görecek ha? Tekele girip, o bize layık gördükleri biraları alıp çakmağın arkasıyla kapağı açınca yavşak yavşak gülen suratımızı mı, ne kadar embesil olduğumuzu mu ha? Uyan gençliğim uyan! Bira elden gidiyor, kafa elden gidiyor gençlik!

Hemen en yakında bulduklarıma koştum! Duyun! Dinleyin! Birayı ev bardağıyla için diye haykırdım.
Sesimi duyan, birasını bir kere uzun ev bardağıyla denesin. Pişman olan bana gelsin, bi de benim evin bardağıyla denesin.
Korkma ey okuyucu, bira sana da kendini gösterecek. Orada mutluluk var, ferahlık, serinlik var. Golden retriverlar ve güzel kızlar var orda anlıyor musun? O yüzden sen de gel, katıl bize. Nası yapıcam diye korkma, ilk yudumu aldığın gibi yanımızdasın zaten!


not: buyrun arkadaş. bilim kanıtlamış teorimi, artık kendimi test edilebilir bulmuyorum. direk doğruyum işte.
http://the-scientist.com/2012/08/31/glass-shape-speeds-drinking/#disqus_thread


22 Mayıs 2011 Pazar

Öncelikle sokayım markalara

Ama yine de,
O çekicilik, o kenardan parlayarak bakan güzel düğmeler, o fermuarın ‘ben markayım’ diyerek kibarca cırt etmesi.
Şimdi sakin ol.
ve yavaşça 300 lirayı uzat.








25 Ocak 2011 Salı

Dedemsin, Dionysos!


Dionysos’u seviyorum.
Millet akıllı olun, edepli olun, güçlü olun, ahlaklı olun ya da en olmadı güzel olun gibi mevzulara takılmışken, Dionysos hoplaya zıplaya çayır çimende gezerek, şarkılar türküler söyleyip insanlara sadece ve sadece eğlenceyi öğütlüyor.
Ne edeceğini kime gideceğini bilmeyene ise üzümün en tok, en yüce hali olan şarabı öneriyor. 
Adam akıyor şenlikte şenliğe, karıdan kıza, üzümden şaraba. Adam yaşıyor yani.Ben bu adamı sakalından öperim. Dionysos şenlikleri yapalım olum valla lan. rock'n coke u siker atar öyle deyim sana.

Tüm tanrılar gibi bu da bir hikaye olabilir tabi.
ve bunu ilk uyduran kişi benim büyük büyük dedemden ağrı akrabam da olabilir. Çünkü ancak güçlü bir kan bağı bende böylesi bir hayranlık oluşturabilir.

Eminim ne büyük bir neşeyle o gün yatağından kalktın ve aklına gelen böylesi bir kimliği, etrafına toplanan herkese anlattın. Eğlenmenin, eğlenebilmenin ne büyük bir lütuf olduğunu biliyordun. 
Ben de biliyorum, çünkü ben de olsam aynını yapardım,
'Eğlenin, keyif pezevengi olun. Bilinciniz bazen sizi korkutur endişeye salar, arada bir onu kapatmayı bilin, bunun yollarından biri alkoldür, tadın. sevişmek en doğal mutluluk yoludur, ondan da geri kalmayın.' der dolanırdım.

unutmayınız sayın mitoloji sever,
Tanrılar, onlara inananlar oldukça vardırlar.
ve randıman için lezzetten feragat edenler elbet hakettiklerini bulurlar.



14 Ocak 2011 Cuma

Vefalı sigara, 'CAMEL'dır

Pişt! Naber la artist?
Hiç uğramıyorsun artık,
Zulanın yerini mi unuttun kız zilli?
Annenler çakmaz merak etme, biz gene kutunun dibinde siyah kesenin içindeyiz.
Keyif sigaran burada, ‘dertlendim ‘sigaran burada, otobüs getiren,  birayla iyi giden...
Az mı artistlik yaptık senle, kafanda bornozla keyif yaptık, sigara yasaklarını deldik beraber, delemezsek ettiğin küfürlerde hep biz vardık.
Ama duyduk dedikoduları,
sigarayı bırakmışsın ceylan!

Dedik yörü git allasen.
Arkadaşları ‘bırakıyorum, ay vallahi bırakıyorum’ diye yalandan atarken o;
‘camel bırakılır mı lan, yok öyle bişey' der, bizle gurur duyardı.
‘camel...' derdi 'en şahane sigaradır. Sarı tütündür, çıtırdar da yanar.’
Biz de bi şişinirdik sen öyle dedikçe, sigaralar masaya çıktı mı, sarı rengimizle Camel’ın şanına yaraşmak için yarışırdık. Arkadan pıt pıt vurdun mu hemen hazır olda çıkardık dışarı.Hep yüreğimiz hop hop ederdi, ama ne çakmak Selimi ne de bizi hiçbir yerde unutmadın. 
En klas içicimiz sendin be ceylan,
‘püfür püfür gecede, mangalın üzerine Camel içeceksin' derdin.
Bir markaydın bizim için.
Adın ün yapmıştı bakkallarda.
Ali bakkal'a gönderildiğimizi duyunca bi panik bi heyecan paketin içinde.
Raflardan, gözümüz kapıda bekledik seni. İlahımızdın, valla bak yalan yok.
Akşama doğru bir saatti yanlış değilse, Selim abi doğru mu?
Çünkü hem çakmağı hem sigarayı birlikte almıştın o gün. Selim abi de hep seni anlatıyor;
bütün çakmakları denerken sıra ona gelip, onu da eline aldığın anı, anlat anlat bitiremez.
Kalbi küt küt atmış, sen basınca, şlak demiş gürül gürül yanmış onu alasın diye.

Winston’a dönmüş dediler inanmadık, Marlboro’yla görmüşler, başkasıdır dedik.
Sandık ki paran yok gene, bir kaç hafta West içip, bizi de zula da tutuyorsun.
O temizlikçi Gülseren odana gelince, sessiz sedasız oturduk kesenin içinde.
Ama geçenlerde Küllük Emin yakalanmış.
Gülseren onu sakladığın yeri bulmuş, ‘artık içmeyecek nasılsa’ demiş, yıkamış temizlemiş.
Emin'den haber geldi 'Tertemiz, ak pak oldum ama kara günler yakındır dostlarım, ceylan sigarayı bırakmış. Artık ne sizlerle buluşabilirim, ne bişey. Beni ananenin balkon küllüğü yaptılar. Artık yerim belli. Beni aramayın. Kardeşiniz küllük Emin'

Duyduk ki; bizi hala saklamanın sebebi, eğer bir gün çok önemli bir anda, bir sigara yakacak olursan o Camel olsun, o biz olalım diyeymiş.
Çoğusu sigarayı bırakınca yırtıp atıyor paketi bir anda.
Parça parça ediyor, nefret ediyor bir zamanlar dost diye içtiğini.
Biz de düşündük madem böyle bir karar almışsın. Arkandayız.
Ne zaman ki o ulu anın geldiğine karar verip birimizi eline alacaksın, o zaman biz de tüm gücümüzle sana  ‘Camel’ın Camel olduğu’ zamanlardaki maksimum zevki vericez.
 Çünkü biz de seni sevdik, biz de sana inandık.
Yüreğimize nakşettik anlıyor musun? 

Hep dersin ya ‘hiçbir sigara camel olamaz’ diye,
hiç bir içici de bir ceylan olamaz şu hayatta.

Sana birer de mani yazdık, al oku;

Alev alev yanardım,
Sigaranı yakardım,
Şimdi sen yoksun, neyleyim?
Ben arkadaşın, Çakmak Selim.

Ben de bir tek seni sevdim,
Sendin bana en mühim.
Çekmecede saklanırdım,
Tanıdın mı, Küllük Emin.

Ah ceylanım, ceylanım,
Mosmor olmuş parmağın,
Sarardı tütünlerim, geçmiyor mutlu anım,
En vefalı dostun, işte burada ‘Camel’ın.


Seni sevyoz;
Sigara Camel, Çakmak Selim, Küllük Emin


8 Ocak 2011 Cumartesi

Yemeğin salçalısı, kadının çantalısı



Kadınlar ikiye ayrılır. 
Çantasını omzuna takanlar ve hunharca kollarını kullananlar. 
Omuz, aşikar bir bölgemiz, asmalara uygun, kendinden evrimli.  Fakat kolun dirsekten aşağ kısmı? Hayır. O kısım bir askılık, bir araba tutmacı değildir. Oraya çantayı bir sepet gibi, kırışmasını istemediğimiz bir takım elbise gibi asmak bize mutluluk getirmez. O kısım muay tai öğrenebilmek ve dövme yaptırmak için vardır. Lütfen uzuvlarımızı doğru tanıyalım,  bak ilerde çoluk çocuk sahibi olucaksınız, bunlar çok mühim, anatomi 1.
Ayrıca garip, anlamsız bir düstur çıkıyor meydana. Nereye ağ atacağına karar verememiş, hıımpf mınpf diye gezen bir örümcek adamdan farkınız kalmıyor. Bak canlandır kafanda ne pis, ne olmamış bir görüntü.
Cool değil bu. Lütfen. Yoga’nın güneşi selamlamasına gülen insanlar; kol yarıya kadar vücuda yapışık, avuç içi açık ve sorgular halde şuursuz geziniyor örneğin. Bu, tibetli rahiplerin çok hoşuna gidiyordur eminim. Ben Tibetli rahip olsam, her pazar bundan bahseder, minik rahip adaylarına o açık duran avuca bir lira bırakıp gitmelerini öğütlerim. Ev ödevi veririm bunu. 
Bu arada kola takıldığı için sakın bu çantaları ufak tefek sanmayınız. Bu yanılgı, yeterince çok kadın tanımadığınız anlamına gelir.  Bu çantalar ‘ov, feşın is may peşın’ atasözünün izinde boyut değiştirirler. Olay hürreme, aşkı memnuya, tarkan’a uyum sağlamaktır.  Yarın öbür gün behlül’ü manavda kendi domatesini alırken görsek, ertesi gün kızlarımızın kolunda pazar filesi belirebilir.
Ayrıca, boy verdikleri alanlar da belirlidir. Markalara, mekânlara sadık insanlardır. Ona belki Bebek’te waffle yerken, belki Akmerkez de mağazalarda rastlayabilirsiniz. Fakat mağaza dediysek asla vitrin önünde değil! Vitrin önünde anca beni bulursunuz, onlarsa direkt olarak içeridedir, hatta kasadadır. Olmadı Nişantaşı’na gidin, sokaklara bakın, özellikle küçük köpeklilerin çantaları mutlaka koldadır. Ya da bir cafeye gidin ve onu arkadaşına şunları söylerken bulun 'ya adamdan cafe exspresso latte makiyato istedim, bana kapuçino çaklıt getirdi, var mı böyle bir şey ya şaka gibi!'
 Evet, gerçekten şaka gibi! Kıyafetinden modayla ilgilendiğini, konuşmalarından güzel türkçemizi çok da iyi bilmediğini anlarsınız. Aslında bilmemek değil de ilgilenmemektir onunki. Çünkü onun ilgilendikleri başından aşkındır, keza Berke’nin çıkma teklifine ne cevap vereceği ve o cevap esnasında kırmızı eteğinin uygun düşüp düşmeyeceği mevzuları ön plandadır.
Peki ne yapılabilir?
Gerçekten, tüm dünya için, üşenmedim düşündüm.
İki aşamalı naçizane bir plan yaptım.
Planım Nişantaşı’nda, mevzunun tam kalbinde başlıyor.
Önce birini gözüme kestireceğim. Muhtemelen ilk alışverişini yapmadan yanına bile yaklaşmam, çünkü ne yapacağı belli olmaz, tecrübe etmedim. Bu yüzden ilk alışveriş bittikten sonra torbalarını da aynı kola koparırcasına astığında yapacağım hamlemi. Yüzündeki gülümsemeyi kocaman güneş gözlüklerinin altından seçebildiğim kadar seçip, emin olunca tutucam kolundan,  çevirip sorucam;
-‘kardeş bir saniye bakar mısın?’
-‘buyurun ne vardığ?’
-‘en fazla kaç kiloya kadar taşıyosun? Bak bu kas yapmış, öbürü yapmamış, biraz da öbürüyle bas.’
-ne dyosun beğ?
- Eminönü hamalları diyorum, bu yaptığınla orda star olursun. Mesleği şu inovasyonla resmen günümüze uyarlarsın, valla bak sayende tükenen mesleklerden biri kurtulur... Kızım ne bakıyosun, Allah omuz vermiş kullansana diyorum. Hem de bir değil iki. Geniş geniş kullan, bir ona tak bir buna, soran yok karışan yok. Hem ilerde genetiğine geçer çoluğun çocuğun kolunun ortasında vadi gibi boşluk olur. Dizini döversin bak.’
Tamam, sonuçta sizin zevkinize karışacak halim yok buradan, belki bu yazımı okuyup bana 'sen bize laf mı soktun?' diyebilirsiniz. Sakin olun, hayır laf sokmadım. Çünkü bu on kusurlu hareketten biri olur ve saçımı başımı yolmanızı istemiyorum, sizlerle ve çantalarınızla aramı mümkün olduğunca iyi tutmak peşindeyim.
Fakat bu durum size anlamak için planlar yapıp, arkanızdan iş çevirmeyeceğim anlamına gelmez. Yahhahaa. Tam bu noktada planımın ikinci kısmı devreye giriyor.
 Bir gün bir yolunu bulup, şeytanın bacağını kırıp, sizi en yakın yerden, çantanızdan izleyeceğim. Evet bir gün gizlice çantanıza girmek ve sizle bir tam gün geçirmektir planım.  Beni taşımakta bir sorun olmaz, ne kadar antremanlı olduğunuzu ikimiz de biliyoruz. O günü ve çantanızın içinde not tutan kendimi hayal ediyorum da gerçekten harika olacak. Dikkatiniz dışarıdayken ben anahtarlık ve makyaj çantasının arasına gizlenmiş halde, ayfonunuzdan resimlerinize bakacak, dünden çantanızda kalan diyet çikolatayı yiyecek ve çantanızda check in yapacağım.
Ve inanıyorum ki ancak size bu kadar yakın bir bölgeden, olay mahallinden bakarak çözülebilir bu iş. O zaman gerçek sizi, ‘mervoşu’, ‘cicişi’,’kankiş'i’ daha iyi anlayacağım. Bu fedakârlığımla belki bana madalya bile verirler. Çünkü sonuçta sebebi bilinemeyen ve muhtemelen dünyanın en saçma aksiyonunun gizemini çözmüş olacağım. Bi kuantum değil ama, sosyolojik bir akımın şifresi.

O şanlı günü sabırsızlıkla bekliyorum. Bunları şuan okuyor olmanız ise hiç bir şey değiştirmeyecek. Ne zaman hanginize geleceğimi asla bilemeyeceksiniz, ama ben orda alacağım.
En beklemediğiniz ve belki de en güvendiğiniz yerde.
Çantanızda!