25 Ocak 2011 Salı

Dedemsin, Dionysos!


Dionysos’u seviyorum.
Millet akıllı olun, edepli olun, güçlü olun, ahlaklı olun ya da en olmadı güzel olun gibi mevzulara takılmışken, Dionysos hoplaya zıplaya çayır çimende gezerek, şarkılar türküler söyleyip insanlara sadece ve sadece eğlenceyi öğütlüyor.
Ne edeceğini kime gideceğini bilmeyene ise üzümün en tok, en yüce hali olan şarabı öneriyor. 
Adam akıyor şenlikte şenliğe, karıdan kıza, üzümden şaraba. Adam yaşıyor yani.Ben bu adamı sakalından öperim. Dionysos şenlikleri yapalım olum valla lan. rock'n coke u siker atar öyle deyim sana.

Tüm tanrılar gibi bu da bir hikaye olabilir tabi.
ve bunu ilk uyduran kişi benim büyük büyük dedemden ağrı akrabam da olabilir. Çünkü ancak güçlü bir kan bağı bende böylesi bir hayranlık oluşturabilir.

Eminim ne büyük bir neşeyle o gün yatağından kalktın ve aklına gelen böylesi bir kimliği, etrafına toplanan herkese anlattın. Eğlenmenin, eğlenebilmenin ne büyük bir lütuf olduğunu biliyordun. 
Ben de biliyorum, çünkü ben de olsam aynını yapardım,
'Eğlenin, keyif pezevengi olun. Bilinciniz bazen sizi korkutur endişeye salar, arada bir onu kapatmayı bilin, bunun yollarından biri alkoldür, tadın. sevişmek en doğal mutluluk yoludur, ondan da geri kalmayın.' der dolanırdım.

unutmayınız sayın mitoloji sever,
Tanrılar, onlara inananlar oldukça vardırlar.
ve randıman için lezzetten feragat edenler elbet hakettiklerini bulurlar.



14 Ocak 2011 Cuma

Vefalı sigara, 'CAMEL'dır

Pişt! Naber la artist?
Hiç uğramıyorsun artık,
Zulanın yerini mi unuttun kız zilli?
Annenler çakmaz merak etme, biz gene kutunun dibinde siyah kesenin içindeyiz.
Keyif sigaran burada, ‘dertlendim ‘sigaran burada, otobüs getiren,  birayla iyi giden...
Az mı artistlik yaptık senle, kafanda bornozla keyif yaptık, sigara yasaklarını deldik beraber, delemezsek ettiğin küfürlerde hep biz vardık.
Ama duyduk dedikoduları,
sigarayı bırakmışsın ceylan!

Dedik yörü git allasen.
Arkadaşları ‘bırakıyorum, ay vallahi bırakıyorum’ diye yalandan atarken o;
‘camel bırakılır mı lan, yok öyle bişey' der, bizle gurur duyardı.
‘camel...' derdi 'en şahane sigaradır. Sarı tütündür, çıtırdar da yanar.’
Biz de bi şişinirdik sen öyle dedikçe, sigaralar masaya çıktı mı, sarı rengimizle Camel’ın şanına yaraşmak için yarışırdık. Arkadan pıt pıt vurdun mu hemen hazır olda çıkardık dışarı.Hep yüreğimiz hop hop ederdi, ama ne çakmak Selimi ne de bizi hiçbir yerde unutmadın. 
En klas içicimiz sendin be ceylan,
‘püfür püfür gecede, mangalın üzerine Camel içeceksin' derdin.
Bir markaydın bizim için.
Adın ün yapmıştı bakkallarda.
Ali bakkal'a gönderildiğimizi duyunca bi panik bi heyecan paketin içinde.
Raflardan, gözümüz kapıda bekledik seni. İlahımızdın, valla bak yalan yok.
Akşama doğru bir saatti yanlış değilse, Selim abi doğru mu?
Çünkü hem çakmağı hem sigarayı birlikte almıştın o gün. Selim abi de hep seni anlatıyor;
bütün çakmakları denerken sıra ona gelip, onu da eline aldığın anı, anlat anlat bitiremez.
Kalbi küt küt atmış, sen basınca, şlak demiş gürül gürül yanmış onu alasın diye.

Winston’a dönmüş dediler inanmadık, Marlboro’yla görmüşler, başkasıdır dedik.
Sandık ki paran yok gene, bir kaç hafta West içip, bizi de zula da tutuyorsun.
O temizlikçi Gülseren odana gelince, sessiz sedasız oturduk kesenin içinde.
Ama geçenlerde Küllük Emin yakalanmış.
Gülseren onu sakladığın yeri bulmuş, ‘artık içmeyecek nasılsa’ demiş, yıkamış temizlemiş.
Emin'den haber geldi 'Tertemiz, ak pak oldum ama kara günler yakındır dostlarım, ceylan sigarayı bırakmış. Artık ne sizlerle buluşabilirim, ne bişey. Beni ananenin balkon küllüğü yaptılar. Artık yerim belli. Beni aramayın. Kardeşiniz küllük Emin'

Duyduk ki; bizi hala saklamanın sebebi, eğer bir gün çok önemli bir anda, bir sigara yakacak olursan o Camel olsun, o biz olalım diyeymiş.
Çoğusu sigarayı bırakınca yırtıp atıyor paketi bir anda.
Parça parça ediyor, nefret ediyor bir zamanlar dost diye içtiğini.
Biz de düşündük madem böyle bir karar almışsın. Arkandayız.
Ne zaman ki o ulu anın geldiğine karar verip birimizi eline alacaksın, o zaman biz de tüm gücümüzle sana  ‘Camel’ın Camel olduğu’ zamanlardaki maksimum zevki vericez.
 Çünkü biz de seni sevdik, biz de sana inandık.
Yüreğimize nakşettik anlıyor musun? 

Hep dersin ya ‘hiçbir sigara camel olamaz’ diye,
hiç bir içici de bir ceylan olamaz şu hayatta.

Sana birer de mani yazdık, al oku;

Alev alev yanardım,
Sigaranı yakardım,
Şimdi sen yoksun, neyleyim?
Ben arkadaşın, Çakmak Selim.

Ben de bir tek seni sevdim,
Sendin bana en mühim.
Çekmecede saklanırdım,
Tanıdın mı, Küllük Emin.

Ah ceylanım, ceylanım,
Mosmor olmuş parmağın,
Sarardı tütünlerim, geçmiyor mutlu anım,
En vefalı dostun, işte burada ‘Camel’ın.


Seni sevyoz;
Sigara Camel, Çakmak Selim, Küllük Emin


8 Ocak 2011 Cumartesi

Yemeğin salçalısı, kadının çantalısı



Kadınlar ikiye ayrılır. 
Çantasını omzuna takanlar ve hunharca kollarını kullananlar. 
Omuz, aşikar bir bölgemiz, asmalara uygun, kendinden evrimli.  Fakat kolun dirsekten aşağ kısmı? Hayır. O kısım bir askılık, bir araba tutmacı değildir. Oraya çantayı bir sepet gibi, kırışmasını istemediğimiz bir takım elbise gibi asmak bize mutluluk getirmez. O kısım muay tai öğrenebilmek ve dövme yaptırmak için vardır. Lütfen uzuvlarımızı doğru tanıyalım,  bak ilerde çoluk çocuk sahibi olucaksınız, bunlar çok mühim, anatomi 1.
Ayrıca garip, anlamsız bir düstur çıkıyor meydana. Nereye ağ atacağına karar verememiş, hıımpf mınpf diye gezen bir örümcek adamdan farkınız kalmıyor. Bak canlandır kafanda ne pis, ne olmamış bir görüntü.
Cool değil bu. Lütfen. Yoga’nın güneşi selamlamasına gülen insanlar; kol yarıya kadar vücuda yapışık, avuç içi açık ve sorgular halde şuursuz geziniyor örneğin. Bu, tibetli rahiplerin çok hoşuna gidiyordur eminim. Ben Tibetli rahip olsam, her pazar bundan bahseder, minik rahip adaylarına o açık duran avuca bir lira bırakıp gitmelerini öğütlerim. Ev ödevi veririm bunu. 
Bu arada kola takıldığı için sakın bu çantaları ufak tefek sanmayınız. Bu yanılgı, yeterince çok kadın tanımadığınız anlamına gelir.  Bu çantalar ‘ov, feşın is may peşın’ atasözünün izinde boyut değiştirirler. Olay hürreme, aşkı memnuya, tarkan’a uyum sağlamaktır.  Yarın öbür gün behlül’ü manavda kendi domatesini alırken görsek, ertesi gün kızlarımızın kolunda pazar filesi belirebilir.
Ayrıca, boy verdikleri alanlar da belirlidir. Markalara, mekânlara sadık insanlardır. Ona belki Bebek’te waffle yerken, belki Akmerkez de mağazalarda rastlayabilirsiniz. Fakat mağaza dediysek asla vitrin önünde değil! Vitrin önünde anca beni bulursunuz, onlarsa direkt olarak içeridedir, hatta kasadadır. Olmadı Nişantaşı’na gidin, sokaklara bakın, özellikle küçük köpeklilerin çantaları mutlaka koldadır. Ya da bir cafeye gidin ve onu arkadaşına şunları söylerken bulun 'ya adamdan cafe exspresso latte makiyato istedim, bana kapuçino çaklıt getirdi, var mı böyle bir şey ya şaka gibi!'
 Evet, gerçekten şaka gibi! Kıyafetinden modayla ilgilendiğini, konuşmalarından güzel türkçemizi çok da iyi bilmediğini anlarsınız. Aslında bilmemek değil de ilgilenmemektir onunki. Çünkü onun ilgilendikleri başından aşkındır, keza Berke’nin çıkma teklifine ne cevap vereceği ve o cevap esnasında kırmızı eteğinin uygun düşüp düşmeyeceği mevzuları ön plandadır.
Peki ne yapılabilir?
Gerçekten, tüm dünya için, üşenmedim düşündüm.
İki aşamalı naçizane bir plan yaptım.
Planım Nişantaşı’nda, mevzunun tam kalbinde başlıyor.
Önce birini gözüme kestireceğim. Muhtemelen ilk alışverişini yapmadan yanına bile yaklaşmam, çünkü ne yapacağı belli olmaz, tecrübe etmedim. Bu yüzden ilk alışveriş bittikten sonra torbalarını da aynı kola koparırcasına astığında yapacağım hamlemi. Yüzündeki gülümsemeyi kocaman güneş gözlüklerinin altından seçebildiğim kadar seçip, emin olunca tutucam kolundan,  çevirip sorucam;
-‘kardeş bir saniye bakar mısın?’
-‘buyurun ne vardığ?’
-‘en fazla kaç kiloya kadar taşıyosun? Bak bu kas yapmış, öbürü yapmamış, biraz da öbürüyle bas.’
-ne dyosun beğ?
- Eminönü hamalları diyorum, bu yaptığınla orda star olursun. Mesleği şu inovasyonla resmen günümüze uyarlarsın, valla bak sayende tükenen mesleklerden biri kurtulur... Kızım ne bakıyosun, Allah omuz vermiş kullansana diyorum. Hem de bir değil iki. Geniş geniş kullan, bir ona tak bir buna, soran yok karışan yok. Hem ilerde genetiğine geçer çoluğun çocuğun kolunun ortasında vadi gibi boşluk olur. Dizini döversin bak.’
Tamam, sonuçta sizin zevkinize karışacak halim yok buradan, belki bu yazımı okuyup bana 'sen bize laf mı soktun?' diyebilirsiniz. Sakin olun, hayır laf sokmadım. Çünkü bu on kusurlu hareketten biri olur ve saçımı başımı yolmanızı istemiyorum, sizlerle ve çantalarınızla aramı mümkün olduğunca iyi tutmak peşindeyim.
Fakat bu durum size anlamak için planlar yapıp, arkanızdan iş çevirmeyeceğim anlamına gelmez. Yahhahaa. Tam bu noktada planımın ikinci kısmı devreye giriyor.
 Bir gün bir yolunu bulup, şeytanın bacağını kırıp, sizi en yakın yerden, çantanızdan izleyeceğim. Evet bir gün gizlice çantanıza girmek ve sizle bir tam gün geçirmektir planım.  Beni taşımakta bir sorun olmaz, ne kadar antremanlı olduğunuzu ikimiz de biliyoruz. O günü ve çantanızın içinde not tutan kendimi hayal ediyorum da gerçekten harika olacak. Dikkatiniz dışarıdayken ben anahtarlık ve makyaj çantasının arasına gizlenmiş halde, ayfonunuzdan resimlerinize bakacak, dünden çantanızda kalan diyet çikolatayı yiyecek ve çantanızda check in yapacağım.
Ve inanıyorum ki ancak size bu kadar yakın bir bölgeden, olay mahallinden bakarak çözülebilir bu iş. O zaman gerçek sizi, ‘mervoşu’, ‘cicişi’,’kankiş'i’ daha iyi anlayacağım. Bu fedakârlığımla belki bana madalya bile verirler. Çünkü sonuçta sebebi bilinemeyen ve muhtemelen dünyanın en saçma aksiyonunun gizemini çözmüş olacağım. Bi kuantum değil ama, sosyolojik bir akımın şifresi.

O şanlı günü sabırsızlıkla bekliyorum. Bunları şuan okuyor olmanız ise hiç bir şey değiştirmeyecek. Ne zaman hanginize geleceğimi asla bilemeyeceksiniz, ama ben orda alacağım.
En beklemediğiniz ve belki de en güvendiğiniz yerde.
Çantanızda!