30 Mart 2012 Cuma

Gözümle gördüm;Türdeşlik


Yine bir gün benim eski mahallede sigara içe içe dolaşıyorum, yürüyorum, hava da güzel falan. Bi yerde evlerin arasından süper deniz manzarası göründü, burda biraz durayım dedim. İlerde de manzarayı bütünleyen bir çam ağacı eşşek gibi, mübarek trt'de bob ross amcamızın kenara kondurduklarından, cuk oturmuş kadraja. Öyle izlerken bi anda gak guk bi ses, bi baktım ağaçta 2 tane karga yanlarında da böyle ayı gibi papağan. Bariz bir yerden kaçmış ama o, kafesini falan kemirip doğaya koşmuş, şehrin karmaşasına bulanmış rengarenk kocaman papağanın biri. Anka kuşu mübarek. Öyle, biri bi dalda, öbürü diğerinde gak guk konuştular. Gözümün önünde resmen anlaşıp bi karar verip, üçü birden uçarak uzaklaştılar.
Eminim, adım gibi eminim ki konuşma şunun gibi birşeydi.

- Kankalar destur var mı? ben kafesimden kaçtım, evime yurduma dönücem, bi yol gösterin hele
+ Kardeş sen burda yenisin galiba, böle şıkır şıkır geziyon da, burası harlem, burda ekmeğinin peşine koşucan. gel sen bizle takıl, biz seni sevdik, sana sokağın kurallarını öğretiriz.. önce seni reisle tanıştıralım da bi helallik al. zaten şu karı da kenardan bizi kesiyo, çok ortalıkta dolanmayalım, had.

Dediler ve oracıkta kanka olup, birlikte maceralara koştular. Ben de vay anasını dedim, sonra baktım sokaktan arabalı manav geçiyor. Yanaştım, abi nar var mı? dedim. Varmış. Kafasını kesip verdi saolsun. Didileye didileye onu yedim, yarısını da çayıra çimene yemledim. Yenir organik organik, börtü böcek aç geziyor.



Gözümle gördüm; Vampir

Öss kağıdım çıkmayınca ösym'ye ankaraya gitmek zorunda kaldım. Erkek arkadaşım da geldi. saat sabahın 5'inde kızılay meydanındaydık. bi sigara yapmıştık gelirken, Onu ateşledik, yürüMEYE BAŞLADIK. SOKAKLAR BOŞ TABi sabahın körü.
5 dakka oldu olmadı, kenardan bi adam sokağa girdi. Böyle, lacivert montunun fermuarını sonuna kadar çekmiş, çenesine kadar kapalı, kafasında kasketle gelen, yüzü pek belli olmayan, ince uzun bir adam. 
biz hemen geri döndük, daha kuğl bir şekil aldık, biraz da turist tribine girdik, ters tarafa doğru yürüyoruz. ben de adamı kesiyorum fırsat buldukça. baktım herif yol ortasında durdu. bize baktı, bir anda yolundan döndü arkamızdan gelmeye başladı. biz önde, o arkada falan artık bakamıyoruz da gerildik. TAM TRIP.
karşıya geçtik hemen, kızılayın ordaki parka. 
içerde de minibüslerin yerini sorduk park güvenliğine falan, normal davranıyoruz. 
ben bakındım yok herif. bi rahatladık tabi. görevli, park arkasındaki çıkışı tarif etmişti, oraya doğru yöneldik.
ağaçların arasından yürüyoruz, çalıların orayı bi geçtik ki. dank. adam tam önümüzdeki bankta oturuyor, tam karşımızda, bize dönük, bakıyor dik dik. 
yürüdük geçtik tabi yanından, hemen ilerde simit sarayı mı nedir ondan açılmış, fırın mırın sabah sabah. girdik hemen içeri,alt kata indik, birer çay söyledik. 
bir yandan da konuşuyoruz; ben genç bi herifti diyorum, o yaşlıydı bariz diyo falan, bi yandan da kim lan bu? diyoruz, kuruluyoruz ufaktan. 

3 dk sonra herif geldi içeri, resmen aşağı kata indi, gözüyle bizi aradı, buldu, baktı baktı yukarı çıktı. 'hsktr noluyo lan?' dedik tabi direk. erkek arkadaşım atarlandı 'bu herif dışarda bekliyosa ağzını yüzünü kırarım' kıvamına geldi. çayımızı içtik. kurulu biçimde merdivenlere yöneldik ve biz yukarı çıktığımızda hava aydınlanmış ve herif gitmişti. 
Bu durum görüldüğü üzere tek bir sonucu düşündürüyor. 
karanlıkta dolanıp sabanan yok olmalar, genç mi yaşlı mı belirsizlikler,  çalının arkasından belirmeler falan, aslında herşey besbelli ortadaydı. 
karşımızdaki ankaralı bir vampirdi. 
bizi farkedip gözüne kestirdi ama sonra 'bunlar düzgün çocuklar, bunlardan sıkıntı gelmez' dedi. 
salverdi bizi. 
biz de minübüste full onu düşündük, şimdi minibüse binse altımıza sıçarız falan dedik, para uzattığı elinden büker kırarız, kazık gibi vites koluyla tabi kalbi hedef almak lazım, kaptana kapıyı açtırıp direk kapıcı tekmesi falan kendimizce güldük eğlendik.
inince de ösymye kadar yürüdük. yürürken de bir sigara ateşledik.



24 Mart 2012 Cumartesi

Oyun kafası; Fantasy Role Playing


Ya.
Frp aslında doğru oynandığında bilgisayara da, playstationa da, wow'a da basar.
Baya, kendi kararların var çünkü. Oynatanın da güzel hayal gücü varsa çok çok eğlenceli bi aktivite. Zaten biranı alıp toplaşmışsın, esprilar şakalar.

Gm (game master) bir harita çıkarmışsa zaten daha güzel. Baya orijinal olabiliyor çünkü. Ben bi kere fire ball’u wow’daki ile karşılaştırıp ‘ileri savuruvereyim’ dedim. Bütün kasabayı yok eden bir ateş topu düştü gökten, bütün grup nerdeyse ölüyordu. Bi elmam vardı yiyene charm atıyodum. Hatta oyuna sonradan giren arkadaşa uzatmışım ‘al ye’ diye, direk yedi o da enayi, bütün oyun ben ne istersem onu yapıyordu. Süperdi. Bard’dım zaten,  flütüm vardı. Çala çala kitliyodum milleti, gerçi bi kere de kocaman kayanın altında kaldım mal gibi, (bu arada oyunu bilmese de buraya kadar okuyan çılgın okurlarım için; bu oyun bi daire etrafında oturmuş bi grup gencin, önüne kağıt kalem, bir de dungean’s and dragon’s el kitabı almasıyla, ‘two hand schimittar’ ları çıkardım, böle arkasından kabzayla vurdum, düşerken sırtına taktım böyle’ diye anlatılan bi oyun, herkes bulunulan yeri ve olayı hayal ediyor ve herkesin kafasına göre takılarak oyundaki görevleri tamamladığı, bosslarla dövüştüğü bi hayal ürünü olaylar dizisi çıkıyor ortaya. Hala okuyosanız süpersiniz. ) he ne diyodum, mal gibi kayanın altında kaldım evet, baya flütüm falan kırıldı, bittim resmen. Evlat acısı gibiydi.

Ama benim efsane karakterim olsa mesela bir filim oludu. fil ya. fil kadar müthiş bi hayvan yok, bak; hem neşeli, hem kocaman, hem çok güçlü yakalarsa bitirir. Hem su püskürtüyo; ıslatır yıkar. Hem üstüne biner gezersin, akrobasi yaparsın fıt fıt. Kulağına, burnuna çıkarsın. Gece uyursun üstünde. Kusursuz. Bir de sadık hayvandır, unutmaz seni orda burda, ful hatırındansın. Bundan süper binek mi var? sonra bir de companion lazım oraya buraya gezicek bakıcak, benim ki maymun olurdu mesela. Kapuçin maymunları var ya ondan. Omzumda durucak, bazen yollıycam ‘git bak bakim,fırla ’ dicem, ‘ne var önde, bi kolaçan et’ Bakıp gelicek, ağaçlardan sarkıcak falan. He ayrıca hayvanların dilinden anlıycam mesela. O ilk özelliğim. Bıçak atabilicem, olayım bıçakmış veya ok da olur ama dps her türlü. Bi de element olarak toprakla alakalı bir şeyler isterdim. Yapraklar,sarmaşıklara falan hükmetmek gibi ya da deprem falan olabilir aoe olarak.  Onlarla geziyormuşum işte ormanlarda, aralardaki köylerde şehirlerde durup, quest yapıyormuşum.

Bir de normal hayatta bana bak, takılıyo öyle normal, dümdüz ben. Bu yazıyı sakladığım dosyanın adı ‘yazılar’, bu kadar yani şaka değil. Hiç o kadar cool da değilim. Iphone bir filin yerini tutmuyor bence, ki ıphonum da yok zaten. Bitmişim. Dandik salak bir hayat. he, kendime bayılıyorum o ayrı ama yine de bi kapuçinim olsaydı fenamıydı? Değildi. Bence aramızda toplanıp bana bi kapuçin maymunu alalım, çok pahalı değil 800dolar falan. Hadi ben yarısını koyuyorum hatta. Hem sonra onla gösteri falan yapıcam, bişey öğretemezsem eline muz, çekirdek falan veririz, tip tip takılır, izleriz. Gösteriler beleş, size tabi. biliyorum hepimiz hipnoz olucaz o çıtçıt çekirdek yerken.. 
Alın işte şu maymunu bana, bak süper olucak, valla, söz lan. 
Tamam, adını da siz koyun tamam. 



20 Mart 2012 Salı

Oyun Kafası: World Of Warcraft


Wow oynuyorum. rare bir durum ama böyle. sevgilisiydi, arkadaşıydı derken bulaştık bir kere.

Eskiden online oyunlara ilgisizdim. Oyun bitirmek diye bişey vardı benim için. Hatta ‘oyuna her ay para ödenmez’ laflarıyla oyuna saldırır, gerekirse tam bir çingene gibi bok atardım. Velhasıl '60lvl a kadar deneme olarak alalım beleş, sora bırakırız' yalanlarına kandım. Şuan bu yalanların çobanlığını yapmaktayım. Zevkle.

İlk lvl larda her yere yürüdüğümüz için uyuz olmuştum. Gerçi bir yandan da 'yoldan gidince saldırmıyolar' üzerinden ilk önermemi yaparak, kendimce oyunun buglarını bulmak gibi bir misyon edinmiştim.  Sonra questleri falan sevdim, 3-5 kişilik bosslara girmeye çalışıyordum, gazlanıyordum falan. Mekanlar efsane geliyordu. Bir yandan da karaktere ısınıyorum tabi, meslek falan derken 85 olduk.
85 ve ardından pvp, AH ve ölümsüz keşfim... 'achievements'.
Oyunun en süper şeyi achievementlar bence.
'mount falan verenler tamam da, gerisi fıs' diyebilirsin, ama öyle değil, acayip potansiyelli bir alan.
Bir o, bir de sea turtle denen mount. onda bi olay yok da şirin mirin işte.
Bi de Ah'de fiyatlarla oynayıp milleti kitlemek büyük zevk, ki bunu kendime görev bellemiş durumdayım. yok yanlış olmasın, bizde kimseye yamuk olmaz, ben yolumun peşindeyim de o ah'de büyük cevher var. hem hayvan gibi para kasarsınız ki ben kastım -yöntemini de vericem birazdan- hem de eğer bir sosyolojik, efendime söyleyim psikolojik ve de markıting gözle bakabilirseniz, orda bulduğunuz şeyleri bi güzel gerçek dünyaya uygulayıp, hayvan gibi gerçek para da kasarsınız.
dur.
sabırsızlanma.
hepsi sırayla geliyor.
önce;

'hangi yöntemle hayvani para kastım?'
1) Achievement satıyorum. net.
He daha öyle sayko organizasyona giremedim tabi, kendi başıma yapabileceğim cooking achievementları satıyorum. Hani trade edebileceğim şeyler, 'şu şu yemekleri bulup ye' falan gibi basit olanlar.
ilk 'WTS (second that emotion) ACHIEVEMENT' ile başladım bu işe.
beni garanti reklamındaki, 'su. abiler su var. suu.' diye bağıran minik çocuk olarak düşün.
bu 'second that emotion' 4 adet yemeği yemen gereken bi achi. her biri için recipe gerekiyor, o da dailylerden düşüyor. günler geceler boyu cooking daily çilesi yani.
bu 4lüyü 250g dan vermeye başladım ben.
ama nasıl peynir ekmek gibi satıyorum.
sonra bi baktım ufak ufak, çok pahalı demeler, isteksizlikler, laf yetiştirmeler. Ah'yi bir kontrol ettim; benim 250den sattığım yemekleri, 7g’da 10g’a koymuşlar. Hayır, niye yapıyosun bunu? Niye rızkımla oynuyosun? Ver 100e 150ye sende kazan, ben de kazanayım. Win win win işte allahın cezası.
Çok büyük ayar oldum ben o gün. And içtim. Artık bu Ah'yi de bırakmıyorum, hepsini kovalıyorum, ananızı skicem sizin, yeni planlar bişeyler derken inanılmaz bir sistem kurdum kafamda.
Netlikle söyleyebilirim ki, auction house guru’su olmak üzereyim.
bir yandan işi de geliştirdim, baktm böyle cooking achi başka ne var diye, maden buldum.
 'Cataclysmically Delicious' Achievement.
bu epic achi, tam 50 yemekten oluşuyor. bir kısmı recipeyle yapmalık, bir kısmı vendorlarda satılıyor ama dünyanın bi ucunda her biri. üşenmedim. çünkü üşenenin çocuğu olmadığı gibi, ticareti de boktan olur. ben her bir vendora koştum, her recipe'yi kastım. 50 yemekten 10 ar tan çantama dizdim başladım bağırmaya.
bi aşağı bi yukarı derken server'ın isteği ve talebi üzerine fiyat 1k olarak belirlendi.
'wts... wts...' yine manyak gibi satıyorum. ah ye de koyuyorum, kapış kapış gidiyor. hatta sayemde ah de olmayan yemeklere alan açıldı, başkalarına da ekmek kapısı oldu.

Birini bağırıyorum, anlaşınca lag yapmayan bi yere götürüyorum çift kişilik mountumla - hizmette sınır yok - diyorum 'sen bana kendi achini linkle, ben sana 6şar 6şar vericem sen yedikçe zaten görünecek bu linkinde. böyle tıkır tıkır alacaksın achiyi.' fiyatlar ilk trade de yarısı, son trade de diğer yarısı. gayet güvenli. ayrıca alınca alttan 'oley achievement kazandınız' gibi yazı fışkıyor ya, hemen soruyorum diğerlerine de bakmak istermisin falan. o sevinçle karşı da koyamıyor tabi.
bak unutma, müşteri psikolojisini okuyacaksın böyle. kaçırmıycaksın.
böyle böyle ben 6 achievement satan, tekil bir şebekeye dönüştüm.

'WTS (cataclysmically delicious) ACHIEVEMENT'=1k
'WTS (second that emotion) ACHIEVEMENT'=250g
'WTS (drown your sorrows) ACHIEVEMENT'=400g
'WTS (you'll feel right as rain) ACHIEVEMENT'=300g
'WTS (dinner impossible) ACHIEVEMENT'=450g
'WTS (critter gitter) ACHIEVEMENT'=100g

baktım bunlar böyle bağır, bağır kasıyor. ayrıca bir albenisi yok, müşteriyi motive edemiyorum.
ilk trade pazarlama stratejimi uygulayarak;
'wts fast & easy cooking achievements' diye bi macro yazdım. Başladım reklama.

Bak yalanım yok,
sırf bu sayede 210k para yaptım.
yanında portaldır, enchanttır, genel satışlardır falan, onlar devede kulak kaldı tabi.

peki şimdi soracaksın, bunu da ah'den baltalayan olmadı mı?
oldu tabi,  cata delish olamadı tabi o baya kalabalık achi ama, diğer ufaklardan fiyatları çok ucuzlayanlar oldu. ama o noktada da stratejik yürüyorum.
mesela ah'yi kontrol ediyorum,  ucuz fiyattan konan yemekleri direk geçiyorum hiç uğraşmıyorum. ama misal achilerin bazı yemekleri eksik, hiç yok. durma hiç. 150 den koy, 200den koy, bazıları cidden çok uzak yerlerde suyun altında falan, o sapık memleket abbysal depts te olanları mesela 300'den 400'den koyuyorum.   ayrıca öyle elimdekileri döşemiyorum. 300'den birer birer koyuyorum. gözü korkmasın, yani 'bak bu pahalı ama kalmamış gitmiş. ya da koyan çok açmıyor demek ki. bunu aldın aldın, yoksa kalırsın ortada, gerisini tamamladın zaten achide eksik bırakmak da mantıksız, sen al bunu al' mesajı, direk almaya meyil.
yani bir nevi kontrol, hem ben zarar etmiyorum hatta beklemediğim karlar elde edebiliyorum, ve aslında benden full aldığında daha fazla tasarruf etme olanağı sunuyorum müşteriye.

Bir tane mal vardı, okuyorsa görüyodur.
bana sordu cata delish'i, 1k dedim. beğenmedi (ki 50 yemek için çok uygun fiyat olduğunu biliyorum, bunu onaylayanlarda oldu sağolsunlar.) e benden beğenmediği 1k'lık achinin 50 yemeğini de benim ah ye koyduğum 100lük 300lük hallerinden aldı - çünkü çok akıllı ya bi bakıyor o 50den bazıları tabi ucuz, 3'e 5'e, 'vay ibne beni kazıklıycaktı' düşüncesiyle tık tık ne görürse alıyor, isme de bakmamış enayi, arada 200'lüğe rastlayınca 'neyse ya 1k değil sonuçta arada olur' kafasıyla gidip -evet tam bir düz müşterisin sevgili oyuncu- kendi kendini kazıklamış oluyor.
yani bu işin böyle ah'den gelen, insanın yüzünü durduk yere güldüren, cep şişiren şanslı bir tarafı da var.

misal biri de sordu.
yani bunların çoğu vendorlarda var -özellikle cata delish için- hem de daha ucuz niye senden alayım diye.
bak dedim, tabi öyle yapabilirsin çünkü bu bir lüks hizmetidir. bu yemekler için lazım recipeleri kendin toplayıp, gerekli matları balıkları kendin tutup, diyar diyar pool ve vendor kovalayabilirsin. ama sen bu oyuna para ödüyorsun. buradaki zamanını arenalar, bglar, gearlar, raidlerde harcamak istiyor, oyunun eğlenceli kısımlarında takılmak istiyorsun. dailyler, tık tık balık tutmalar, ordan oraya gitmeler eziyet. senin kendi oyununu glyphlerini ayarlayıp doğru kombinasyonlara kasıp elini hızlandırıp afedersin milleti skip atman gerekiyor. sen efsane olmaya koşarken ben de bunları senin yerine yapan, sana direk trade üzerinden max 5 dk içerisinde hem anlık sevinçler satıyorum -çünkü kabul edelim, achievement gelmesi süper bişey- hem de sana zamandan kazandırarak oyun zevkini maksimum fayda düzeyine çıkarıyorum. ve bunun için de gayet makul ücretlerden bahsediyorum.
ayrıca kapının önüne geliyorum,
hediye portal servisim var istediğin yere yolluyorum,
lagsız alana özel mountla götürüyorum,
beni kalabalıkta bul diye üstüme ışık sıkıyorum,
özel kıyafetim var, siyah pantelon beyaz gömlek papyon, tertipli ve de şıkım,
güler yüz bende,
kalite bende,
chef's hat kastım aldım, çoklu yemekler saniyeler içerisinde yapılıyor, hız da bende,
beklerken altına 'mushroom chair' koyuyorum, rahatlık konfor da bende.

lüksün sınırlarını roleplay'de bile zorlamışım.
bak hem sektörü kurdum,
hem yatırımlarımı yapıyorum,
müşteri sadakati bile kurdum zamanla lan.
valla tanıyolar sokakta, kaç kişi yeni achievement var mı diye sordu. arkadaşını yönlendiren var.
hatta bi gün ormanda geziyorum;
bildiğin alakasız low level bir yer zaten, yani kuş uçmaz kervan geçmez, belli.
ilerden yine low level bir tip geliyor, beni görünce durdu bir an.
'you re him' dedi.
'you 'r the cooking achievement guy'
'what r the odds?'
dedi selamlaştık ben ona 'koçum al benden sana minik bir achi dedim, hediye verdim. kim derlerse 'achievement seller of azeroth' de, beni böyle bilin dedim, selametle yolladım.

hayranlarım var işte belli ki.
bir marka olmak üzereyim.
resmen piyasadaki açığı gördüm, doğru taktikler ve içgörüleri kullanarak atak yaptım ve kazandım.
bu bir başarı hikayesidir, yalan değil.
bu imparatorluk pandaria ile daha da büyüyecek.
blizzarda yazıcam zaten, adıma şehirler kurulsun, bana sahip çıkılsın.

Aslında ekibi büyütebilsem, cooking'in üzerine misal dungeon'dır, raid'dir, o tarz achilere de girmek istiyorum ama onlar tek başına kasar. şuan şirketten fabrika'ya yükseldik, holdinge daha var. ama diğer sahalara falan açığım yani, fikir kovalıyorum hala.

ayrıca yemek satıyoruz madem; bi yemek markası, bir yemek sepeti bana sponsor olsa efsane olmaz mı?
olur bence.
Durduk yere gerçek para, mis


2) wow'u gerçek hayatta nasıl kullanırız?
şimdi bura online bir dünya.
kurallar seni sınırlıyor ama davranışlarında gayet özgürsün.
o AH'nin piyasası da tamamen kendi kendine oluşuyor, insanların kararları acayip etkili.
e o zaman bu sanal dünyayı, bu düzeni anlıycaksın, çalışıcaksın.
o davranış modelinin altında ne var? o kararlar hangi motivasyonlarla veriliyor?
mühim olan neyken ne?
gördün yukarıdaki içgörüleri, psikolojileri.
böyle böyle sen de gözlemleyeceksin, insan lan bu diyceksin bi düşünüceksin.
sonuç?
o kararlara benzer karar mekanizması normal hayatta da işliyor.
denk getirmeye çalışıcaksın. o dinamiklerle bu dinamikler nasıl benziyor, önemli olan şeylerin sıralaması nedir? insanlar neyi neden satın almaya motive oluyor derken.
ufak ufak kusursuz stratejiyi buluruz.
hatta bu modellenebilir bana göre.
wow'u bir case gibi düşünüyorum ben.O kadar focus gruptur, yok anketlerle 100 kişiye sormalardır. bırakın bu işleri. bak karıncalar fanusta kendi dünyalarını kuruyorlar, gözlemle onları. anla ve uygula.
istediğin sektöre, kafana göre.
modelini de çıkarıcam size, çok yakınım hissediyorum.
ve manşet;
'wow'u kobay olarak kullandım'

of süper olucak.
düşündükçe elim ayağım titriyo valla.


'i am the achi seller of azeroth'
'for the horde'




online edit:
sea turtle geldi ^^ müthiş bir şey.

online edit:
ya bişey diycem, horde olarak %80’de yeniliyoruz lan bariz.
Horde işte, kötüler yani, normal hayatta nasıl bi insan horde seçer ki?
bak bu da bir psikoloji mesela, buna da bakılmalı.
Hep böyle ya geniş, böyle bi boku takmayan, dersleri falan da genelde boktan, hatta kimisi gerekirse her türlü ibneliğin peşinden koşan adam.
Buyuz işte biz. Böylesi bir grupta dirlik düzen, grup çalışması olabilir mi? nadir.
E grup oyunu oldu mu birleşmiyor işte herifler, kimse pas vermiyor, habire bireysel. Bi oyun çıkmıyor ortaya. Mal gibi ya gider ortada takılır, ya tek tek gider kesilir, adamı kuzulamaz, spellsteal’a dokunmaz.
Ally öyle mi? Neyse onlara her boku düzgün yaptıkları için ayar oluyorum zaten, daha kötü onların. O yüzden ben ve benim gibi düzgün oyun oynayalım ama zibidiliğimizi de yapalım insanları hordedayız. Ve kaybediyoruz, ve uyuz oluyoruz ama bi grup insan var ki onları çok seviyorum.
çok uyuz olmadıysak, direk bizi ayar etmediyse noobs bilmemne diye kenardan konuşmuyoruz.
Hayır, biliyorum, bu sadece bir oyun değil, her ay para ödediğimiz bir sorumluluk ama,
oyununu oynamakla, ergen olmak arasında da kapkalın bir çizgi var.






17 Mart 2012 Cumartesi

Oyun Kafası: Eskiler


Bir miktar geçmişi load ediverelim şimdi.
Atari salonularında başladı herşey. Tilt makinelerine olan aşkım hala bakidir. Bazen sinsice yaklaşıp biri ekstra topu oynamadan bırakmış mıdır diye bakarım. O parlak metal gülle oradan bana bakıyorsa, kenarda sevap bulmuş mümin gibi gözlerim parlar, kudurrum.
Langırt vardı bi de, ama onda sıfırım.  Beden dersinde futbol sınavından kaldım ya ondan heralde. Yayvan beyaz diskli bi oyun vardı, karşı tarafın kalesine sokuyorsun, mıknatıslı masada oynanıyor falan. O mıknatıslı masa, zamanların en teknolojik aletiydi, çoluk çocuğun elinde heba oldu canım sistem.

Tetrisle gönül bağı olmayan olamaz zaten. O çubuğun ibnelikleri. Bi de hiç baymaz tetris. Yani al yanına git, nereye gidiyosun, 15 saat git. fıt fıt oyna onu. Kıl ol, ilerle, save edeme, sadece çok ilerlediğinde 'hasiktir, ne biçim ilerledim’ diye düşünebilmek için 5 sn falan pause edebil. Sonra devam et ve herşey üst üste gelsin, yapama sinir ol. ‘skerler lan oynamıyorum’ de ama bu tribin cooldown u sadece 15 dk falan sürsün. Yine başla, hırslan.

Tabi ki atari; ve hiç abartmıyorum o zamanlarda ortalama bi çocuğun en büyük hayal kırıklığı; 9999 oyun var yazan kasetten 3 tane falan oyun çıkmasıydı. Bi de o hain kaset yanında gelmiştir oyunun 'ulan’ dersin, ‘adamlar bi dolu oyun vermiş helal olsun.' Hepsi aynıdır, yıkılırsın. Yetmezmiş gibi adları haince 1, 2 diye değiştirilmiştir. Mario'nun 129a kadar seri olarak gitmesi biraz kıllandırsa da 'yok lan' dersin 'koskoca gavur aleti.' halbuki gavura asla güvenemeyeceğini anlarsın o an.
ve doktor mario berbat bi oyundur.
ve 250ye kadar denerken artık ümidini çoktan yitirmişsindir, direnir sonuna kadar gidersin. İşin gücün yoktur çünkü, ve diğer oyuncaklarına dönmek için de çok geçtir artık. Bir kere tadına varmışsındır ama evde yapılmış dondurma gibi bir hayal kırıklığıdır sonuç. 
Ama herşeyi geç, en büyük bireysel başarımızı da atari sayesinde edindik bence. İçgüdüydü ve hepimize oldu.  Çalışmayan oyunun arkasına üfledik biz. Öyle bi üfledik ki şiştik ve kızardık. Ama çalıştı. Ve hatta çalıştırdık, şu tabir yalan olmaz ki biz onu 'tamir ettik'. Ah herkesin içinden 'napıyor ki lan' dediği ve oyunun açıldığı an, o tatmin… aynı zamanda ‘nası oldu ki lan’ düşüncesi, ama herşey çok mantıklı falan.
Ayrıca süper oyunlar da vardı içinde, misal ilk başlarda göze çarpmayan ama sonradan bir efsane olduğu fark edilen 'battle field'. Ve kendi fieldını yapmayı keşfeden herkesin, o korunması gereken kartalın etrafına çelik duvar ördüğü gerçeği. Evet, artık itiraf edelim bence. Hatta geri kalan kısımları çimenden yapıp, arasından tankları vurmalar falan, hepsini biliyorum çünkü. Ama sorun yok atari süper bir şeydi, bi tek pek sağlam değildi. Benim silah aparatım 2 gün içinde bozulmuştu ve tanıdığım herkesin silahı da. Ben o yıllarda başarıyla çalışan, çocuğu delirtmeden, onu geç babasını delirtmeden çalışan bir silah üretildiğini sanmıyorum. Neyse zaten o oyunun pek oynayanı da yoktu, pek sallamadık. Anısı var şimdi, bişey demiyorum.

Mario9 vardı bi de, ve galiba dünyada sadece kuzenlerimde vardı benim. Ne bulabildim ne bişey, internette milyon tane var kasamam o kadar, kimse de hatırlamıyor. Böyle yumurtaları buluyoduk, içinden çıkan hayvana biniyoduk, uçan dinozor vardı, koşan vardı. neyse gene başlamıycam ama vardı işte. Ve süperdi.

Nedense soniği hiç sevemedim, 'ben değmedim ya saçına değdi, ucuna' diyodum. Sinirim bozuluyodu o saça. Çok da haklıydım çünkü saçına değince yanmazdın eskiden. Yaşanmışlığıma ters geldi o benim.

Gameboylu anım çok yok, gameboyum yoktu zaten, ben klasiğe kasarken renklisi çıktı falan sonra da bişey oldu bilgisayar cover etti mevzuyu. Bi prince oynardım onu hatırlıyorum bi, onun da içine üfleniyodu, pilleri ısırılıyodu.

Bilgisayar deyince diskette karışık oyunlar derim. Biri de -bence yayılma noktası okul bilgisayarları olan- 'volfied'.  Yılanla başlıyodun hani ekranı kapata kapata sıkıştırıyodun yılanı da 85i geçince bölüm geçiyodun. Hani 'benim abim bitirdi bunu' olan ama şaibelerle dolu, gereğinden zor oyun.

Max payne' e rastladığımda tamam dedim oyunum bu benim, babam bitirmişti, bana yolladı. Dedim yuh babam bitirmiş ben daha duruyorum, kastım ben de bitirdim. O lanet olası rüyalarda çıkışı hiç bulamadım, döndüm durdum buğulu buğulu. Yıllarca beşiktaş pasajında 'abi meks peyn 3 geldi mi' diye arandım hep, gelmedi sıçtığım. Ama film geldi, bence tırttı.

Black and white geldi sonra bir yerden elime. O da tanrıcılık oyunu gibi bir şeydi. Sana tapan insanlar var onlarla ilgileniyorsun, isteklerini yapıyorsun falan, uyuz olduğunu denize atabiliyorsun. Adamın oğlu kaybolmuş dağlarda bul getir diye yalvarıyor, aranıp buluyorum, ölmüş. Adam basıyor küfrü, bi teşekkür yok. Nankör işte. Bi iyi cücemsi bişey vardı yardımcın, bi de kötü olan. Kötü çok sevimliydi şeytan kafası yaşıyodu. Keselim biçelim öneriyordu habire.

Bi de ben rambo oynuyordum kimse bilmiyor yine onu. Evet adı falan baya tırt ama, hayvan gibi de korkuyordum oynarken. Kapılardan köpek çıkardı, ekranı tokatladım bi kere.

Dyna vardı, yine az bilinen ve benim babamdan öğrendiğim. 8 ada geçiyordun. Bomba bırakıyordun. Son bölüm tavşanlar falan. Kimisi bomberman'le karıştırıyor bunu, o değil, daha zevklisi.

Sonra counter strike. Kantıra gitmek. 6 kişi beşiktaşta adekse giderdik, hatta bi mustafa abi vardı bana bilgisayar toplamıştı sağolsun. Fena değildim kantırda, ama zıplaya zıplaya headshot manyağı edenlerden olamadım hiç, o kadar çinlisi değildim zaten. De dust'da oynardım en çok, bi kere köprünün altında konteynırların arkasından yanaşıp, yukarı pusmuş bi herifi, bak yalan değil yeminle 10 kere falan aldım. Müthişliğimden değil ha, direkt oradan gidiyordum, o da hep aynı yere çıkıyordu, naaparsa yapsın alıyordum işte, şanslıydım heralde. Bi de pusanlara kıl oluyordum, gaza gelmiştim ben de. Adam oturduğu yerde hırslanmıştı. Kalkıp bağardı adeksin içinde 'kim lan bu jj' diye. evet jj y di adım, baya embesil. Ha, grupta tek kalınca büyük stres olurdu bide, herkes seni izliyor biliyorsun, geril geril, bi anda çıksın karşına adam, direk öl. Yerinde korkudan ayrı öldün zaten. Ha bu arada ufak bi not; ben bu oyunları oynarken bilgisayarımın tüpü patladı da, arkasında duran kuş öldü korkudan. Ödü patlamış dediler. Çok fena. He bi de terörist oynardım tabi ki, asla counter olmadım. (aynı wow da ally olmayacağım gibi, for the horde!)

Playstation tabi ayrı bir çığır açtı. Sabah akşam crash bandicoot oynardım, bazen toplaşıp arcade yapardık. O kadar müthiş bir oyundur ki, cidden, ilk versiyonunu mutlaka deneyin bilmiyorsanız. Ben indirmeye çalıştım baya kasış artık eski oyunları bulmak çalıştırmak falan.

Ayrıca third person shooter bir insan olduğumdan, tam bir resident evil çılgını idim. Zaten zombi filmlerine de bayılırım. Oyunlarıyla kudurdum bende, napiyim. Bu arada ben bu Tükiye’nin ilk zombi filminde, ‘ada’ydı galiba adı,  gönüllü zombi olmuştum.çekimlerin sonrası o halde eve gelmiştim, otobüstekiler baya bi kitlenmişti.

Başka bir müthişlik abidesi god of war tabi ki. Kratosun her tanrıya atarlı tavrı, belinde türlü türlü efsane silah. Hiç abartmıyorum o blades of chaos’u hatırla bi; zincirin ucunda bıçaklar böyle, döndürüyo, takıyo bıçakları, çektiriyo falan. Dünyayı kontrol ederiz onla da,  başımıza götümüze vururuz muhtemelen, sıkıntı olur. Yani. Ayrıca bu oyunlar başkası oynarken de izlenebilen, kalabalığa hizmet eden müthiş şeylerdi, hiç bi türlü baymaz, etmez.
Bir ara da, bak ne zamana geliyor tam hatırlamıyorum cep telefonları yeni çıkmıştı, snake vardı. (Ondan sonra da space impact oynadık ama herkes bilmez onu) O snake sınıfta öğlen tenefüsünde açılırdı ve herkes oynayanın etrafına toplanırdı. Oynayan bi stres, bi gaz, bi keyif, hayvan gibi kasardı.

Şimdi angry birds var. Dünyadaki en aptal şey. 2 yaşımda, küpleri karelere sokmaya çalışırken bile daha çok eğleniyordum. 
Biliyorum; hiçbir çocuk bizim o triplerimize giremeyecek şunları oynarken, bu da bir gerçek. 
Oyun iyidir, evet, ama güzel oyun daha iyidir bence.




5 Mart 2012 Pazartesi

Sörvayvıl başlasın!


2012’deyiz ve mayalar geldiğinde ‘mass destruction’ başlayacak.  Peki yer yarılıp, gök içine büküldüğünde, sen nerde olacaksın?
Hiç ciddiye almadın dimi bu güne kadar ‘brak yea’ dedin, sırıttın.Ciğerinizi biliyorum olum. Filmine gidip etkilenip tırstınız, ama üç gün konuşup unuttunuz işte. Ama sıkıntı yok. Kıyamet koptuğunda beşiktaştan servis kaldırıyorum. Bak şimdiden söylüyorum sonra ben bilmedim yok. Toplayabildiğimi toplarım, ordan ver elini Kanada. Orda muhtemelen uzaya kaçma aletleri veya okyanusun içinde yaşama gemileri kurulmuştur, sığınaklar bekliyodur.

Hem bence bir kıyamet senaryosu, zombisiz olabilemez. Şöyle ki, dünyanın dört bir yerinde kuduz insan yok mu? var. E, elin mayası gelmiş, vıj vıj dolaşıyo ortalıkta kim tutucak kuduz adamı? Kuduz fırlıycak sokağa, önüne geleni ısırıcak; al sana ‘zombiland’. Herkes ciyak ciyak bağırırken bizim planımız hazır olacak! Bir şekilde kendimizi kanadaya attık attık. Ordan da hop survival gemisine, cruise kafası işte, bizden kralı yok. 

Ayrıca ‘bizi almazlar lan’ deyip planımı baltalamaya çalışanlar olacak. Onlara buradan ‘bi yol dinle hele’ diyorum. Kanadalıyı araştırdık heralde, bizde yarım plan olmaz arkadaş, akıllı olun. Kanadalı dosttur, insandır. Merhamet timsalidir. Yere düşeni kaldırır, sarılır öper. Borç verir geri istemez; duygulu, içli adamdır. O yüzden Kanadalı karşısında en büyük silahımız, selpakçı çocuk edebiyatıdır. Bak hep çalıştığımız konular; Sağa eğik burulmuş surat, sümük akışmış burun ve hüzünlü göz. Olmadı, beceremedim dersen; en bildiğin yerden gireriz kanks, küçük emrah şekli yaparız. Ekmeklerimizi çıkarır birbirimize yedirir, ağlarız. Arka fonda ufaktan melodi yükselecek ‘ahk anam anam…’ bunları yolda çalışırız hep. Bak gene memleketin bir potansiyelini fırsata dönüştürdük işte. İki suratını ekşiticen, mis. 

Aslında direk sığınak yapmak da mantıklı.
Yer altı sonuçta. Yer küreye güvenebilecek miyiz? Sismikle ölçmek lazım onu.
Tamam, yanımıza alınıcaklar; 1)sismik, 2) fener, 3)ekmek
Ama kazı yapıcaz sonuçta onu metalle kapamak lazım 4) metal.
Yemek olarak ekmek dedik. Ekmek yemezsek doymayız biliyosun. Ha bide konserve her şey. Tabi canımız pringles filan da çekebilir, ama dur daha patlamış Migrosa filan girip her şeyi beleşe alıcaz zaten. Girer girmez market arabalarıyla girişiriz Migrosa, ikişer kişi reyon reyon bölüşürüz. Yoğurt falan lazım, bira, sigara falan. 3M Migrosa çekerim ben, orda yedek lastik bile vardır.

Discovery’de adamlar survayving kasıyolar, timsah falan yakalayıp yemişler. Biz de yaparız yani nedir ki. Ben de geçen bu NTV’deki böcek yiyip, çişini içen adamı gördüm; bataklıktan çıkmayı öğretti, gayet de kolaymış. Kimseyi bataklıkta komam yani. Bak, planımız tıkır tıkır.

 En sıkıntılı iş su kaynakları, koşarız paso mal gibi ‘su nerdeeeğğ’. Ama yine sıkıntı yok çünkü Migrostan aldığımız suyu adam gibi kullanıcaz demek ki, öyle kafaya dikmek, su savaşı yapmak yok. Bu arada su savaşı yapmayalı binyıllar olmuş gibi geldi şuan. Kararımı değiştirdim, hemen orda yaparız su savaşımızı, çünkü zaten kıyamet kopmuş amık, içimizde kalmasın. Hem su berekettir, kısmettir.

Vay canına ufak ufak yerine oturuyor her şey. Tüfek falan da lazım bu arada, avlanmamız gerekecek, gerekirse adam vurup yiycez yani. Ama ‘bıçak şarjör istemez’ diye de bi laf var sonuçta. Aslında öyle bi laf yok, az önce ben uydurdum. Nasıl ama? Bence tutar bu laf, şansı var. O ortamın hiti olur bak, ben diyim. 
Birinizin üstüne elbet bi zombi gelicek. Silahına davrandın tetiği çektin, cık, mermi kalmamış. zombi geliyo yamul yumul, bi de gördü mermi yok iyice keyiflendi pezevenk. sen çak çuk basıyosun tetiğe, nafile. Ben tam senin gözlerin belerdiği anda kenardan çıkıp beyninden bıçaklıyorum zombiyi. Zombi yerde, serilmiş, 2.80 yatıyo, fış fış kanlar her yerde.  Bıçağın kanını pantolonuma silerken, ufak bir gülümsemenin ardından ‘bıçak şarjör istemez kanks’ diycem. ‘Görmemiş gibi harcamayın lan mermileri, half life değil bura’ diycem. Gaza gelip bağırabilirim biraz, o kadar olucak artık.




2 Mart 2012 Cuma

'Olum resmen olgularla destekledik' M.Cerit


Size biraz ceritten bahsetmek istiyorum.
Cerit'in en önemli özelliği bıyıkları ve yeşil kazağıdır. Yeşil kazağı onun herşeyidir.
Bir cebi yırtıktır, özellikle dikmez.
Akşamları kazağını çıkarır, dikkatlice kütüphanesinin bulunduğu odaya götürür, kitaplardan birine dokunduğu anda gizli bir bölme açılır, bölmedeki cam kutu, müzik ve ışıklar eşliğinde belirir. Cerit, kazağını o cam kutuda muhafaza eder. Bu sistemi batman'e bizzat hediye etmiştir.
Bir kazağın ihtiyaçlarını herkesden iyi bilir.
Cerit bir fenomendir.
Herşeyle ilgili elbet bir diyeceği vardır.
Bu diyeceklerine karşı çıkan olur ise, kısa ve etkili bir kahkahanın ardından sabahlara kadar tartışacak enerjiyi toplamıştır bile.
Cerit, msn kullanır.Gönül bağı vardır.
Msnleri kurtarma derneği kurucusu ve asil üyesidir.
Buluşları vardır. yapışları yoktur. icat eder, yapmaz. piçliğine ortaya atar fikri gider.
Sigarasını sararak içer, üşenmez.
Cerit işine gelen şeyleri unutmaz, gelmeyenleri ise her zaman hatırlar.
Eski türklerdendir, şamandır.
Bilimin dostu, björkün sevgilisi, ankaralı turgutun düşmanıdır.
Çizgiroman sever, sevdirir.
Analizler yapar, tespitler herşeyidir.
Overlok makinesi ayağına geldiğinde ona haddini bildirendir.


Bir cerit partisi vermeyi düşünmüştüm. hepimiz yeşil kazaklar giyecek ve bıyık bırakacaktık. Şamanik dansöz oynatacak, kuantumlu pasta yiyecektik.
Sonra çok üşendik; msne girip, feysbuktan bahsettik.